ATATÜRK İNÖNÜ’YÜ TASFİYE ETMİŞTİ! (9) (SON)

Atatürk’ten İnönü’ye Devlet Adamlığı Dersi!Celâl Bey’in İktisat Vekilliği tam 5 yıl sürer. 20 Eylül 1937’de Başvekilliğe getirilir. Bu olaydan sonra, Atatürk ve İsmet İnönü iki defa karşılaşırlar. Çok dramatik bir gelişmeye sahne olan, 1938 yılının başlarındaki ikinci karşılaşmayı Kılıç Ali Bey, “Bir Gerçeğin Perde Arkası” kitabında şöyle anlatır: İnönü’nün Başbakanlıktan ayrılmasından sonra, Atatürk, Ankara’daki son günlerinden birinde, Anadolu Kulübüne uğrar. Kapıda, Kulüpten ayrılmakta olan İsmet Paşa ile karşılaşır. Atatürk, Paşa’yı geri çevirir ve küçük olan asansöre birlikte binerek üst kata çıkarlar. Asansöre şakalaşarak giren Atatürk’ün, asansörden çıktığında, yüzü allak bullaktır! Atatürk, sert bir şekilde Başvekilin ve bulunabilen diğer Bakanların gelmelerini ister. Bir masa hazırlanır. İsmet Paşa’ya eliyle karşısındaki sandalyeyi gösterir. Herkes oturur, fakat masada buz gibi bir hava esmektedir. Sonunda, zehirli hava ile şişmiş balon, Atatürk’ün sesiyle patlar: “Kalk İsmet, konuş… Bana asansörde söylediğini şimdi burada tekrarla…”İsmet Paşa, tereddütle ayağa kalkar, boğukça bir sesle konuşmaya başlar: “Beni bağışla Atatürk! Yanlış anlaşıldım. Her yerde yazdım, söyledim, beni İsmet Paşa yapan sizsiniz. Maddî ve Manevî her şeyimi size borçluyum. Bunu söylemekle iftihar ederim. Benim talihim, bir Mustafa Kemal Atatürk bulmaktır. Sen emrettin, ben yaptım! Senin arkalamadığın bir işi başarmak benim gücümün harcı değildir!”Atatürk, sözünü keser ve “Ben, asansördeki konuşmayı soruyorum, bu anlattıklarını değil” der.İsmet Paşa, sesi titreyerek yaptığı bir girişten sonra, asansördeki konuşmasını şöyle özetler: “Çalışırken içmiyorsunuz. Bu sağlığınıza iyi geliyor. Vazifeden ayrılmakla da size faydalı olabildiğim için çok sevindim.”Atatürk’ün titizlendiği zamanki sesi duyulur: “Ha, tamam. Anlat, ne demek bu?”İnönü bazı izahatlar yapar fakat Atatürk bundan tatmin olmayarak “Bu değil! Bana söylemek istediğin, ‘Ben Başvekilken her işi sana getirmeden hâl ediyordum. Sen de sürüyordun sefanı. Beni attın, şimdiki Başvekilin her işi sana getiriyor, çalışmak zorunda kalıyorsun. İşte sonunda, bir kadeh içkinden de oldun! Bu değil mi İsmet Paşa?’”İsmet Paşa, “Hayır” diye telâşla ellerini kaldırdı. Fakat Atatürk devam etti: “Bu!… Senin bana söylemek istediğin bu!… Sen, hangi işi benim desteğim olmadan hâl ettin? Sayayım mı şimdi bir bir? Haa, ister misin?”Kimse soluk almıyordu. Atatürk şöyle devam etti: “Ne buradaki insanları, ne de tarihi kandırmak mümkün değil! Söylediğimiz ve söylemediğimiz her şey bir gün ortaya çıkar. Yalnız sana şunu söyleyeyim: ‘Seni, rahat bir Başbakan olarak kolaylamak istedim. Bir ehliyetin vardı ve işleri bir mertebede götürüyordun. Benim düşündüklerimi yapma da, düşündüğümün daha iyisini bul da yap! Yeter ki yap! Başvekildin; bana geliyordun; söylüyordum sana fikrimi. Bir yanlışını görürsem, ikaz ediyordum. Yardım ettiğim, ikaz ettiğim İsmet Paşa değildi. Türkiye Cumhuriyeti’nin Başvekili idi. Ben Devlet işleriyle arkadaşlığı hiçbir zaman birbirine karıştırmadım. Arkadaş olarak bağışlarım, hakkımdır. Devlet Adamı olarak bağışlamam; buna hakkım yok. Arkadaşım olarak seni Başvekil yapmadım. Sende bir Başvekil ehliyeti gördüğüm için Başvekil yaptım. Az önce kapıda, seninle karşılaştığım zaman, ‘Gel briç oynayalım’ dedim. Dâvet ettiğim, arkadaşım İsmet Paşa idi. Ama sen asansörde dokundurduğun lâflarla Devlet Adamlığı ile arkadaşlığı birbirine karıştırdığını gösterdin! Sen Başvekil olsan, yorulmazmışım da, Celâl Bayar Başvekil olursa yorulurmuşum! Yakışır mı bu söz, bunca Başvekillik yapmış İsmet Paşa’ya? Şunu herkesin yanında açıkça söylüyorum. Memleketin bir takım şartları vardı. O şartların sen üstesinden gelecek bir adamdın, seni Başvekil seçtim. Memleketin şartları değişti, yeni şartların üstesinden gelecek başka bir insana ihtiyaç hâsıl oldu, Celâl Bey’i Başvekil yaptım. Sen Başvekildin, işleri benimle konuşuyordun. Şimdi Celâl Bey Başvekil, işlerini benimle konuşuyor… Ben Başvekillere değil, Devletimin ve Milletimin işlerine yardım ediyorum. Bu işleri bir yere kadar İsmet Paşa götürür. Bir yerden sonra Celâl Bey taşımaya başlar. Hiç kimsenin kerameti kendisinde görmeye hakkı yoktur. Bir Devlet Adamı, kerameti kendisinde görmeye başladı mı, Devlet Adamlığını bitirdi demektir, işte bu!”Atatürk sözünü bitirdi. İsmet Paşa yerine oturdu. Daha sofra deminki dramatik havasından kurtulamamıştı ki, Başvekil Celâl Bey ile, Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, girdiler. Atatürk, sağındaki boş sandalyeyi Celâl Bey’e gösterdi; Tevfik Rüştü benim yanıma oturdu. Atatürk, Celâl Bey’e dönerek, “Çok yoruluyorsunuz Celâl Beyefendi” diye seslendi. Celâl Bey, sofranın önceki dramatik havasını bilmediğinden, rahat bir sadelik içinde, “Çalışıyorduk, Paşam. Sizin sevdiğiniz bir konu idi. Balkan İttifakının güçlenmesi üzerinde durduk.”Atatürk, “Hımm… Keşke haber verseydiniz bana. Ben de size katılırdım.” Celâl Bey: “Yarın arz edeceğim Paşa Hazretleri!”Atatürk, İsmet Paşa’ya döndü, gözlerinin içine baktı, gülümseyerek kadehini kaldırdı. “Haydi çin çin!”Birer yudum içtiler. İsmet Paşa rahat bir nefes aldı. Atatürk, bir süre gözünü masaya dikerek düşündükten sonra: “Bakın çocuklar! Size bir şey söyleyeceğim” dedi. Ve şöyle devam etti: “Kimse hiç kimseden daha akıllı değil! Birlikte, herkesten daha akıllıyız! Millet ve Devlet işlerinde herkes, herkese yardım edecek ve hiç kimse bundan bir iftihar payı çıkarmayacak. Düstur budur” (Kılıç Ali’den aktaran, Cemal Kutay, “Bilinmeyen Tarihimiz”, s. 143). İşte, bu tarihî gerçeklerin bilinmesi istenmiyor! Çünkü o zaman, ezberler bozulur! Atatürk’ün Pânlı Karma Ekonomi Modelinin, çok katı bir merkeziyetçi plâna dayanmadığı ve günümüzde de uygulanabilir olduğu meydana çıkar! Atatürk-İnönü ayrışmasının nedenleri anlaşılır ve Atatürk’ün yanına İnönü eklenerek, Milletin Atatürk’te birleşmesinin önüne bir sed çekilmesi oyunu da sona erer.