Bilirsiniz, ne kadar küçük olursa olsun, ne kadar zaman geçerse geçsin su damlası, biteviye aktığında bir kabı doldurur. Her bir damla niceliksel artışı sağlar. Bardağı dolduran son damladan sonra gelen ilk damla ise niteliksel bir dönüşümü sağlar. Yani, bardaktaki su taşar. Yaşam da öyledir. İnsanlar, okudukça biriktirirler. Biriktirdikçe bir bardağın dolması gibi dağarcığındaki bilgi artar. Bilgi arttıkça mutlaka dönüşür, yorumlama gücü artar, analiz yeteneği gelişir. Biz bu dönüşümü konuşma, yazı, şiir, roman, makale, anı, resim, beste ve benzerleri olarak somutlaştırırız. Bu dönüşümün yalnızca bireyler için geçerli olduğunu düşünmeyin. Bu dönüşüm, toplumlarda da vardır. Şirketlerde, kurumlarda ve devletlerde de vardır. ***İki gün önce öğretmeler gününü kutladık. Hiç düşündük mü, öğretmenlik mesleğinin gelişmesi sürecini? Bugünden geçmişi eleştirmek mümkün değildir. Daha doğrusu bir eleştiri yöntemi olamaz. Her şeyi, doğal ortamı, çerçevesi ve tarihsel konumu içinde değerlendirmeliyiz. Cumhuriyetin ilk yıllarında vatandaşların % 3’den azı okuma bilirken, okuryazar oranı daha aşağıdadır. Kadınların okuma oranı ve okuryazar oranı ise yok denecek kadar azdır. Büyük Millet Meclisinin kurulmasından itibaren eğitimin geliştirilmesine yönelik toplantılar, kurultaylar, düzenlemeler yapılmıştır. Askerden dönen ve okuma yazması olanlar eğitilerek öğretmen yapılmaya çalışılmıştır. Yani, sıfırdan başlayarak adım adım toplumun eğitilmesi planlanmış ve uygulaması yapılmıştır. Sonra öğretmen yetiştirme okulları oluşturulmuştur. Devamında köy enstitüleri kurulmuştur. Köy enstitülerinin kapatılmasının ardından yatılı öğretmen okulları gündeme gelmiştir. Bütün bu okullar aracılığıyla öğretmen sayısının ve niteliğinin artırılmasına özen gösterilmiştir. İlkokul, ortaokul ve lise çağında iken yatılı öğretmen okullarına sınavla öğretmen adayı alınırdı. Seçme sınavını başaramayan ise ancak düz liselere gidebilirdi. Yatılı olduğu için öğretmen adayının yemesinden, içmesinden barınmasına, giysisinden kitabına değin tüm gereksinimleri devlet bütçesinden karşılanırdı. Yani, devlet ana kanatlarının altına alırdı. Toplumun iyi eğitilmesi için öğretmen adaylarının iyi yetiştirilmesine özen gösterilirdi. Tembel ve başarısız bir kişinin öğretmen olabilmesi olanaklı değildi. Tüm bu öğretmen yetiştirme sürecimiz, bardağın damla damla doldurulmasıydı. Okul çağımızda öğretmenlerimizin bir kısmı köy enstitüsü mezunu iken bir kısmı da yatılı öğretmen okulu mezunlarından oluşmaktaydı. Birçoğunun en az bir çalgı aleti çalabildiğini söylemeliyim. Yetkinliklerine ilişkin söylenebilecek bir şey yoktu. 1970’li yılların ortalarında öğretmen okulları, öğretmen lisesine dönüştürüldüğünü gördük. Öğretmen lisesine gidenlerin bile öğretmen olabilmesi için mutlaka en az iki yıllık yüksek okula gitmesi gerekiyordu. Öğretmen lisesinden mezun olanların yanında diğer liselerin mezunları da öğretmen oluyordu. Lisesinin önemi yoktu. Kaliteden vazgeçilmişti. Bunun için özel bir sınava da gereksinim duyulmuyordu. Hatta iki üç ayda iki yıllık okullar bitiriliyordu. Kaliteye bakan yoktu, süre tamamlanınca diploma sahibi olunuyordu. Süreçte, iki, üç yıllık eğitim enstitülerinden dört yıllık fakültelere dönüştüğü bir ortamı da yaşadık. Günümüzde de bu uygulama sürmektedir. İçinde yaşamakta olduğumuz dönemde ise dört yıllık fakülteler öğretmen yetiştirmektedir. Ancak, işgücü planlaması olmadığı için yüz binlerce fakülte mezunu öğretmen adayı, öğretmen olabilmek için kamu personeli seçme sınavına girme ve başarma çabası içindedir. Yani, binlerce, on binlerce insan öğretmen olabilmek için deyim yerindeyse yırtınmaktadır. Kimse, öğretmenlik diplomasını tartışmıyordu. Diploma sahiplerinin sınav kurslarına gitmesini yadırgamıyordu, sorgulamıyordu. Somut bir gerçekliktir: Öğretmen yetiştiren fakültelere çoğunlukla düşük başarılı lise mezunları girmektedir. Yani, eskiden öğrencilerin en başarılıları öğretmen olurken şimdi düşük başarı gösteren öğrenciler, öğretmen olabilmeye çalışmaktadır. Burada, zeki olma sorunundan söz etmiyorum. Hiç ders çalışmadan, kendisini donatmadan öğretmen olabilme çabası içinde olanları söylemek istiyorum. Yaklaşımın da “Hiçbir şey olamazsam öğretmen olurum.” biçiminde olduğunu söylemeliyim. Kişinin öğretmen olmasında değildir, sorun. Yetersiz öğretmenin, okul öncesinden başlayarak lise sona kadar okuyan öğrencinin tüm yaşamını etkilemesi sorunudur. Yani, nicel değişim olumlu yönde değil, olumsuz yönde işlemektedir. Bardağın içindeki suyun damla damla azalmasıdır. Adım adım bilgisizliğe evriliyoruz. Bardağın dolması olumlu yönde nitel dönüşümü sağlayacaktır ama boşalması da kalitesizliğe alan açacaktır. ***Ülkemiz kalkınmayı, insanlarımız refaha ulaşmayı hedefliyorsa mutlaka eğitim sistemi baştan aşağı yenilemelidir. En iyi, en başarılı öğrenciler, öğretmen olmalıdır. Eskiden olduğu ilkokulu, ortaokulu bitiren öğrenciler, öğretmen yetiştiren okullara sınavla alınmalıdır. Tüm ilkokul veya ortaokul mezunu öğrencilerin bu sınava girmesi zorunlu olmalıdır. Sonrasındaki, öğretmen yetiştirme eğitimi de en az lisans düzeyine çıkarılmalıdır. Yalnızca branş dersleriyle öğretmen olunmamalıdır. Felsefe başta olmak genel ve eğitim psikolojisi gibi temel derslerin eğitimi verilmelidir. Eskiden olduğu gibi mutlaka sanatsal etkinliklerde başarılı olunmalıdır. Resim, müzik, sinema, spor ve benzeri alanlarda yetkinlikleri sağlanmalıdır. Aksi halde doğmuş ve doğacak bireylerin yanında toplumun da, devletin de çökeceği aşikârdır. Yani, bardağın içindeki su bitecektir. Olumlu yönde nitel dönüşüm beklentimiz ortadan kalkacak ve olumsuz bir sonuçla karşılaşmak durumunda kalacağız. Ne dersiniz? Bu düşüncelerle öğretmenler gününüz kutlu olsun.