Yeşilgiresun gazetesinin değerli okuyucuları, bir nevi Türkiye ile Karadeniz’in çevresinde yaşanan jeopolitik gelişmelerin günlüğüne dönüşen köşemiz malzeme bulma açısından hiç sorun yaşamıyor. 7 Ekim’de Ortadoğu’da patlayan fırtınanın ardından ABD-İngiltere ikilisinin Doğu Akdeniz-Kızıldeniz-Karadeniz üçgeninde artan askeri varlığı yalnızca Ankara’nın değil, tüm bölge başkentlerinin çetin bir yol ayrımı ile karşı karşıya kaldığına işaret ediyor. Bu yollardan biri bölgedeki ateş çemberini genişleterek, geçtiğimiz 150 yıl boyunca Balkanlar, Kafkaslar, Anadolu ve Ortadoğu’yu sefalet içerisinde bırakırken, bir yandan da kaynaklarını sömürmek isteyenlerin kapısına çıkıyor. Diğer yol ise, ABD-İngiltere-İsrail üçlüsünün dayattığı çatışma ortamını reddederek, yukarıda saydığım dört bölgenin refahına hizmet edecek projeleri hayata geçirecek inisiyatifleri barındırıyor.
ÇATIŞMA YAYILMASIN DİYE GELDİLER, YANGINA BENZİN DÖKTÜLER Bazı okuyucularımız anımsayacaktır, 7 Ekim’in ardından ABD, Doğu Akdeniz’e iki uçak gemisi, ki bunlardan biri dünyanın en büyük gemisi olan USS Ford’du, ile beraberlerinde denizaltılar, destroyerler ve firkateynlerden oluşan muharebe grupları sevk etmişti. ABD, bu çapta bir güç aktarımının gerekçesi olarak ise, İsrail’in Gazze’ye saldırısının ardından çatışmaların bölgesel bir nitelik kazanmasını engellemeyi sunmuştu. 4 ay sonra geldiğimiz noktada ise şunu görüyoruz: ABD-İngiltere ikilisi Irak, Suriye ve Yemen’in batısında Husilerin hakim olduğu bölgelerde yüzlerce hedefi bombalamakta. Dahası bölgedeki üslerinde konuşlu uçakları ve donanma unsurları ile yetinmeyen ABD, bu saldırılar için kendi topraklarından B1-B stratejik bombardıman uçaklarını da sevk etti. “Savaşın bölgesel nitelik kazanmasını önleme” bahanesiyle çıkılan bu yolda, İsrail de yalnızca Gazze Şeridi’nde katliamlarını sürdürmekle yetinmiyor. Bir yandan Lübnan’ın güneyinde Hizbullah’ı hedef alan orantısız karşı saldırılarda bulunurken, bir yandan da düzenli olarak Suriye’nin başkenti Şam’ı vuruyor. Yarattıkları bu kaos ortamına itiraz edenler ise terörizmin farklı boyutlarıyla sınanmakta. Türkiye Aralık ayından bugüne yeniden hortlatılan DEAŞ ve DHKP-C terör örgütlerinin yanı sıra PKK/PYD/YPG’nin, istihbarat ile desteklendiği saldırıların hedefi oldu.
TERÖRE KARŞI YUMUŞAK VE SERT GÜÇLE MUKABELETürkiye ise kendisini hedef alan saldırılara bir yandan güvenlik yapılanmasının imkanlarıyla yanıt verirken bir yandan da diplomasi ve ekonomi sahasındaki kabiliyetlerini masaya sürüyor. Türkiye’nin hedefi yeni iç çatışmalara sürüklenmek istenen bölge ülkelerinin küresel refahtan daha fazla pay almalarını sağlayacak projelere katılımlarını sağlamak. Bunun için de eş zamanlı olarak hem güvenliğin sağlanması hem de yatırımların hayata geçirilmesi için adımlar atılıyor. Bu bağlamda son 10 gün içerisinde MİT Başkanı Kalın’ın Irak ziyareti, ardından Irak Ulaştırma Bakanı Rezzak Muheybes es Sadavi’nin Türkiye’deki temasları ve Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler ile Genelkurmay Başkanı Orgeneral Metin Gürak’ın Bağdat ve Erbil’e yaptıkları ziyaretlerin üzerinde durmak gerekiyor. Türkiye’den Irak istikametinde gerçekleştirilen ziyaretler PKK/PYD/YPG terör örgütüne hamilik görevini üstlenen, merkezi Süleymaniye’de bulunan KYB’ye karşı alınacak önlemlere odaklı iken, Irak Ulaştırma Bakanı es-Sadavi’nin ziyareti, bu köşede fırsat buldukça değindiğim, Türkiye ve Karadeniz üzerinden işleyecek yeni ticaret yolunun şekillenmesine ilişkindi.
ORTA KORİDOR’UN YÜKSELİŞİ KAÇINILMAZNitekim Ulaştırma Bakanı Uraloğlu ile Iraklı Bakan arasındaki görüşmede de Kızıldeniz’deki istikrarsızlığın Süveyş Kanalı-Akdeniz-Avrupa rotasını akamete uğrattığına dikkat çekilerek, Basra Kalkınma Yolu Projesi’nin kazandığı öneme dikkat çekildi. Irak Ulaştırma Bakanı es Sedavi, Uzakdoğu limanlarından gelecek gemilerin yüklerini boşaltacağı Büyük Faw limanının yüzde 85’inin bittiğini, demiryolunun yüzde 55’inin tamamlandığını, otoyolun ise yüzde 35’inin hayata geçirildiğini ifade etti. Iraklı Bakanın verdiği bir diğer önemli bilgi ise ticaret yolu güzergahındaki 11 kentten 9’u ile anlaşmaların tamamlandığı yönünde. Yani Türkiye’ye uzanacak bu ticaret yolu güneyden kuzeye Irak’ın ulusal birliğinin yeniden temin edilmesinde de önemli rol oynayacak. Bu vesileyle önemli bir hususu da aktarmakta fayda var, Büyük Faw limanının bazı kısımlarının inşasında yer alan Türkiye’den bir mimarlık şirketinin, Giresun limanının yeniden düzenlenmesi için çalışmalar yapıyor olması da önemli. Aralık ayında Giresun limanından ilk konteyner gemisinin denize açılmış olduğunu hatırlarken, tüm bu gelişmelerin tesadüf olmadığının da altını çizelim. Pek yakın bir gelecekte Uzakdoğu’nun ürünleri İran Körfezi üzerinden, Irak demir ve karayollarını aşıp Türkiye’ye geldikten sonra, aralarında Giresun’un da bulunduğu Karadeniz kentlerimizin limanlarından Avrupa istikametinde yollarına devam edecek. Bu noktada Romanya-Moldova sınır hattında inşa edilen otoyolların önemi de daha iyi anlaşılacaktır. Küresel ticaretin ve tedarik zincirinin sağlıklı işlemesi için önümüzdeki 10 yıl içerisinde Karadeniz bölgesini de kapsayan Orta Koridor’un ağırlığının daha artacağı bir sürecin içerisindeyiz. İyi haberlere son bir ek daha: Ulaştırma Bakanı Ulaştırma Bakanı Abdulkadir Uraloğlu, Ocak ayı itibarıyla Samsun-Sarp demiryolu projesine 2024 yılı içerisinde başlanacağını duyurdu. 500 kilometreden biraz daha uzun olacak hat, yalnızca Karadeniz kentlerini Ankara ile yakınlaştırmakla kalmayacak, aynı zamanda Orta Koridor ticaret yolunun Akdeniz limanlarının yanı sıra Karadeniz limanlarına yönelmesini de kolaylaştıracak. Kafkasların, Orta Asya’nın ve Ortadoğu’nun refaha kavuşması anlamına gelen tüm bu yatırımların önündeki tek engel ise bölgeyi 100 yıl önceki haliyle muhafaza etme ısrarındaki bazı batılı güçler ve onların bölgedeki partner olarak tercih ettikleri terör örgütleri.