Zembereğin nerede, ne zaman, nasıl kırılacağı belli olmuyor. Onca yıl bir film şeridi gibi birkaç saniyede gözlerimizin önünden akıp geçiyor. Ama hatıralar zamandan taşarak sonsuzlaşıyor. Üzerinden yıllar geçtikçe zaman ırmağında yıkanan bizler ölümsüz fotoğraf karelerine dönüşüyoruz bir bir. Acı ya da tatlı geçmişin toprağına düşmüş sayısız hatırat! Hayatı anlamlandıran ne şimdi ne de gelecek! Hayatı anlamlandıran geçmişmiş aslında şimdi daha iyi anlıyorum. İnsanın kendisini tanıması zamanda geriye gitmesiyle ve zamandan yaş almasıyla birebir ilgiliymiş. Biliyorum kulağa yaman bir çelişki gibi geliyor ama o kadar net ve açık ki aslında insanın kim olduğunu ve ne yapmak istediğini mazi/si belirliyormuş! Bir yontucu, bir heykeltıraş misali insan içindeki güzellikleri dışarı çıkarabilmek için durmaksızın beden zindanının duvarlarını yıkmakla meşgul olmalı. Şairin de dediği gibi; ‘Keser kalın duvarlar içteki çağıltıyı’* zira modern çağın insanoğluna telkini içinden çok dışına çünkü. Oysaki kadim kültürlerden bu yana aslolan insanı, kendi ruhunun dehlizlerinde dolaştırarak onu kendisiyle buluşturabilmek, yoksa çağın gelir geçer değer yargılarına ve hâkim söylemlere göre sıradanlaştırmak değil. İnsanın diğer insanlarla münasebetini sağlam temellere oturtabilmek için öncelikle kaybolduğunu dahi fark edemeyen modern insanı kendisiyle tanıştırmak mecburiyetindeyiz. Durup dinlenmeden aradığı şeyin dışarıda değil kendi içinde olduğunu tüm engellemelere rağmen kulağına fısıldamalıyız. Ne kadar direnirse dirensin ne kadar kabul etmek istemezse istesin kurtuluşunun kendisiyle yüzleşmekten geçtiğini hatırlatmalıyız. Uzun sessizlikleri olurmuş insanın, uzun susuşları. Derin bir nefesin gürültü gibi kaldığı anları olurmuş. Kelimelerinin yorulduğu, cümlelerinin kısaldığı zamanları olurmuş insanın. Anlamak, anlayabilmek ne kadar önemliyse, anlaşılmak, anlaşılabilmek de bir o kadar değerliymiş, kıymetliymiş. Bir çiçeği koklamak, bir kediye su vermek, bir kuşa el sallamak, hiç tanımadığın belki de bir daha asla karşılaşmayacağın birine gülümsemekmiş aslında hayat. Hayat, iki kere ikinin her zaman dört etmediğini, edemeyeceğini anlamakmış. Doğrularla yanlışların, eksilerle artıların, bölenlerle kalanların, çürüklerle sağlamların yekûnuymuş hayat. Mücadeleymiş hayat, aramakmış, her düştüğünde ayağa kalkmakmış, çok zor olsa da güvenmek, güvenebilmekmiş hayat. Fakatsız, amasız, lakinsiz sevmekmiş, sevilmekmiş hayat. İnsana, insan olduğunu unutturmamak, hatırlatmakmış hayat durmadan, usanmadan. Çok koşanlar değil, sağlam yürüyenler varırmış menzile, unutma. Sevginin bedeli çokça gözyaşı, elem ve hasretmiş bu topraklarda iyi belle. Böyle bitmemeliydi bu yazı ama bitti işte!
* De, Şiirler, Behçet Necatigil, YKY, 12.bsk, sh: 275