“…Onlara anlat yağmur karşılıklı yağarRuhların içindeki müzikle karşılıklı…” *
Sessiz bir yağmur toprak kokusunu ortalığa saçıyordu. Kelimeleri yağmurla ıslanan anlatıcı için her sözcük bir yağmur damlasından farksızdı. Bir yağmur damlası olsam diye düşündü, anlatıcı; bir yağmur damlası şimdi. Ve konsam bir serçenin kanadına ya da dokunsam yaprağına bir çiçeğin. Bel geldim desem, ben geldim. Tanımadın mı beni, unuttun mu yoksa? Hani kanatlarına şifa, yapraklarına devaydım? Hani susuzluğuna gıda, kuraklığına dermandım? Bir yağmur damlası. Bir yağmur damlası gibi sıcak, narin, zarif. Bir yağmur damlası gibi serin, eşsiz, naif. Bir yağmur damlası gibi sahici, içten, vakur. Bir yağmur damlası gibi harikulade. Bir şarkının nakaratı gibi aşina. Bir şiirin kafiyesi kadar şirin. Bir gül yaprağı kadar kırılgan ve yumuşacık, bir serçe kalbi gibi ürkek. Yanaklardan süzülen gözyaşları kadar kıymetli, kalpten taşan hisler gibi kucaklayıcı. Damla damla taşan bir huzur, damla damla coşan bir mutluluk. Kederi neşeye, elemi sevince çeviren damlalar senfonisi. Bir el açıştı yağmur, bir yakarıştı, kabul edilmiş bir duaydı; bir tebessümüydü göklerin bize bir ihsanıydı. Bir sevgiydi yağmur, bir özlemdi, bir vuslattı, bir kucaklaşmaydı. Suyun bardağa dolması gibi huzurun gönle akmasıydı yağmur, ruhların dansıydı yağmur, buluşmasıydı ruhların. Kelimelere can verendi yağmur, onlara ruh üfleyendi. Kelimeleri sevdirendi yağmur, kelimelerde sevilendi. Özlemdi yağmur, beklenendi, yolu gözlenendi, hasret kalınandı. Bir yağmur damlası değdi yüzüne. Usul usul yol buldu yanaklarından dudağına. Bir yağmur damlası çarptı tozlanmış cama. Ağır ağır süzüldü gözlerinin önünde. Bir yağmur damlası düştü ellerine. Tatlı bir ürperti yayıldı tüm bedenine. Düşündü sonra: Bir yağmur damlası bunca mucizeyi nasıl taşıyor olabilirdi minicik gövdesinde? Kendisi de bir mucize değil miydi, tüm insanlar, bütün kâinat? Ama kaç insan bir mucize olduğunun farkındaydı ki? Bir yağmur damlası gibi karışmak isterdi hayatın bütün ihtişamına ve tanık olmak bir yağmur damlasının yolculuğuna. Ağaçların yapraklarını okşamasına, evlerin çatılarını yoklamasına, sokakların parkelerini yıkamasına, susuzluktan çatlayan toprakların bağrını suya kandırmasına, semaya çevrilmiş elleri unutmamasına, el ele dolaşan aşıkları kutsamasına, kuruyan ırmakları coşturmasına, bunalan ruhları dinginleştirmesine, insanları öteye beriye koşturmasına ve daha binlercesine. Bir yağmur damlasıydı belki de…
* Kapalı Çarşı, Gün Doğmadan, Sezai KARAKOÇ, Diriliş yay., 28. Bs., Sh: 60