Canım anam seninle sohbet etmek inan ki bana çok iyi geliyor, üzüntülü ruh halim yerini mutlu bir ruh haline bırakıyor. Bu yüzden sana arada bir yazmaya devam edeceğim canım anam. Yaşıyor olsaydın mutlaka hatırlardın, hani bilirsin işte Ali Rıza ve Ali Saim abimler evlenmişler, Mal Pazarı’ndan Yenimahalle’ye çıkılan yokuşun başında hep beraber oturduğumuz evde ben Lise 3’e gidiyordum sen ise ne için Giresun’a(çarşıya) geldiğini hatırlamadığım bir günde gece bizimle kalmıştın. Aslında köyden nasıl kurtulduysan bilmiyorum sana çok iyi gelmiştir sanıyorum, yani bir tür tatil gibi olmuştur senin için bu kısa kaçamak. Ama diğer taraftan duygularım onun öyle olamayacağını, köye gitmeden çarşıda kalabilecek çok geçerli bir sebebin olduğunu söylüyor bana. Her neyse, benim ertesi gün Matematikten yazılı sınavım vardı ve akşam yemeğinden sonra sınav için çalışmaya başlamıştım. Bir süre sonra sen ders çalıştığım odaya gelmiş ve sessizce beni izlemeye başlamıştın. Saatler ilerledikçe arada bir” olum ne zaman yatcan” diye bana soruyordun ve ben de daha çalışmam bitmedi ana diyordum. Oturduğumuz ev yüksek bir yerdeydi ve o yükseltinin aşağısındaki yolun kenarında büyük bir cami vardı (Mal Pazarı Camii), caminin minaresinin yüksekliği ve hoparlörleri benim ders çalıştığım odanın penceresiyle aynı hizadaydı. Minare ile aramızdaki mesafe yaklaşık 200m civarındaydı. Ders çalışırken birden sabah ezanı okunmaya başlamıştı, saate baktığımda saatin 04:40 olduğunu görmüştüm. Ders çalışmamı bitirmiş saat 07:00 ye kadar 2 saat uyumuştum. Ah be anam sen o gece neden uyumadın da beni bekledin? bir bilebilseydim. Oysaki senin o uykulara ne kadar da ihtiyacın vardı öyle değil mi? Tüm öğrenim yaşantımda hazır olmadan hiçbir sınava girmedim. Bir sınava hazır olmak için çalışmak benim saatlerimi alıyordu, diğer bir ifadeyle çok geçerli bir sebebim yoksa (hastalık vs. gibi)mutlaka o sınava hazırlanır ve katılırdım. İşte sabah ezanına kadar çalıştığım matematik sınavından 10 üzerinden 6 almıştım. Daha önceki bölümlerde de yazdığım gibi Hava Harp Okulu son sınıfın 2.nci döneminde 300 sayfalık Siyasi Tarih kitabını ezberlemiş ve yazılı sınava girmiştim. Yani özetle, yaşantım boyunca sınavlara çalışırken kendimi yer bitirirdim, sonucunda başarılı olurdum ama çok hasar bırakırdı bende.İşte anam senden bize miras kalan azim ve çalışkanlıkla bu yaşıma kadar başaramadığım hiçbir şey olmadı.
ONCA İŞİN ARASINDA BİZLERİ DOYURDUN ANAMCanım anam, onca işin arasında bizleri doyurmak için canla başla yemek yapardın, bizim mutfağımızdaki ocak başında; balık olarak hamsi bazen de istavrit, bazı aylar cuma namazı çıkışı kesilen danadan 1 kg kemikli et yahnisi, çok nadirde olsa kendi yetiştirdiğimiz horozu keser sulu yemek yapardın. Kendi tavuğumuzun yumurtası, çökelek, ev yoğurdundan yapılan ayran, bahçemizde yetişen bostan ve fasulyelerden ev turşusu, kısıtlı miktarda tereyağı, çoğunlukla margarin yağı kullanırdın. Biz aile olarak çok kalabalıktık ve gelişme, büyüme çağlarında olduğumuz için yukarıda saydığım kişi başı yiyeceklerin tüketimi az oluyordu yani alabildiğimiz gıdalar çok yeterli değildi. Bunlara ilave olarak her Karadenizli ailenin tarlasında yetişen; kara lahana, ısırgan otu, galdirik, fasulyenin her türlü yemeği, kiraz turşusu, taflan kavurması, sakarca, mendek, hoşuran her öğün yenebilecek yemeklerdi. İşte canım anam, yukarıda tarlamızda yetişen ürünlerden yediklerimiz bizim sağlıklı beslenmemizi sağlamıştır. O tarlamızı ekip dikmek seni çok yoruyordu biliyorum, ablamlar sana yardım ediyorlardı bahçe işlerinde. Sen bizleri çok iyi besledin, yemedin yedirdin içmedin içirdin, Allah senden razı olsun canım anam, Cennetinde huzur içinde uyu.
FINDIK BİZİM HER ŞEYİMİZDİCanım anam, fındıktan başka gelirimizin olmadığını ve fındığın bizim ailemiz için hayati değerde olduğunu en iyi sen bilirdin. Çünkü tüm ailenin bakım ve beslenmesi sana yapışmıştı ve bu sorumluluğu en fazla sen üstlenmiş gibi hissediyordun. Tüm meyvelerde olduğu gibi fındık ürünü de hava şartlarından çok etkileniyordu, bunu en iyi siz büyüklerimiz biliyordu. Fındığın bazı seneler olmaması eskiden bilimsel olmayan açıklamalarla izah ediliyordu. Şöyle ki; kısmet değilmiş, Allah vermedi, Tanrı insanlığı cezalandırdı gibi. Halbuki fındığın olmadığı senelerde hava durumuna bağlı olarak; yazın çok sıcak geçmesi nedeniyle fındığın yanması, ya da çok yağmur yağması nedeniyle fındığın dalında küflenmesi, ya da fındığın dalında doğumu sırasında nisan ayında yağan karın donması sonucu fındık karanfillerinin yanması, ya da ve fındık için en kötüsü de fındık ürününün dalda aşırı rüzgâr nedeniyle telef olması yani dökülmesi olarak sayılabilir.Canım anam fındığın olduğu senelerde senin mutluluğun (duygularını dışa vurmasan da) yüzünden ve her halinden belli oluyordu. Zira senin için fındık demek çocuklarının karınlarının doyması ve okul ihtiyaçlarının karşılanması, ineğin dananın sütü, kedinin maması, tavuğunun yemi demekti. Senin için fındık demek belki de onca işin arasında düşündüğün kızlarının çeyizi demekti.
KELÖMER’E GÖÇ BAŞLIYORFındığın olduğu senelerde ağustos ayının ilk haftasında Kelömer deki evimize göçerdik. Günler öncesinden hazırlıklar yapılır ve 1 günde tüm eşyalarımızı taşımak için birkaç sefer yapardık iki ev arasında. Bu göçe en çok da ineklerimiz sevinirdi, zira sabah süt sağımından sonra bahçeye salınır ve akşama kadar taze ot yayılırlardı. İneklerin boyunlarına değişik sesler çıkaran çanlar (yerel adı kelek) takılırdı ki nerede oldukları bilinsin diye. Onların yayılmalarına en çok da sen sevinirdin, zira ne kadar çok ot yerlerse o kadar fazla süt demekti ve süt; ailemiz için yoğurt, tereyağı, çökelek ve ayran yani her şey demekti. Yaklaşık 17 dönüm olan bahçemizden günlerce fındık toplardık, toplanan fındığı Harar’ larla (çubuktan örülmüş büyük sepetler) sırtımızda harmana taşır kurumalarını beklerdik. Sen de çok iyi bilirdin ki o zamanlar fındık toplamak ve sonrasında kurutup satmak çok zahmetliydi ve insan gücüne çok ihtiyaç duyuluyordu. Kelömere taşınmak bizler için çok eğlenceli oluyordu ve orada oyun alanlarımız fazlaydı. Keza fındık zamanı olgunlaşan meyvelerden, elma, armut, erik, incir ve de kokulu üzümler en çok sevdiğimiz meyvelerdi ve biz kolayca bu meyvelere ulaşabiliyorduk. Yine o dönemde abimler Giresun’da işe başlamışlar ve hafta sonları fındık toplamaya Kelömere yardıma gelirlerdi. Kelömer de eylül ayının sonlarına kadar kalırdık, aslında fındık işini hallederdik ama hayvanların taze otlarla beslenmeleri için kalışımız devam ederdi. Hem de fındık sonrası ocakların budanması, kuru dalların temizlenmesi yani bahçenin bakımı yapılırdı. Eylül sonu geri intikalimiz başlar ve köydeki evimize dönerdik.
Canım anam ve ben, mekânın Cennet olsun.Canım anam, fındık toplamak için gittiğimiz Kelömer den sağ salim döndüğümüze en çok da sen sevinirdin, çünkü hesapta olmayan şeylere ayıracak zamanın olmadığı için bu seni mutlu ediyordu. Köye döndüğümüzde bazen seninle değirmene mısır öğütmeye giderdik ve çok yorulurduk be anam. Değirmen, dere içinde ve evimize yaklaşık 3km mesafedeydi. Mısırı sırtımızda çuvallarla taşırdık, keza öğüttüğümüz mısır ununu da sırtımızda bu kez 70 derecelik eğimli yoldan yukarı taşırdık ve çok yorulurduk. Canım anam, onca işin arasında bir vakit namazını dahi kılmadığına şahit olmadım, Allah ibadetlerini kabul ve merhametiyle muamele etsin.Cennetinde rahat uyu canım anacığım. Yeri, zamanı geldiğinde ve özlemim arttığında sana yazmaya devam edeceğim.Değerli okuyucularım, Annemi anlatmaya başladığımda bu kadar duygu yüklü yazı olacağını tahmin etmemiştim, zaman zaman sizler de benim gibi duygusal anlar yaşayıp kendinizi kötü hissettiyseniz sizlerden özür dilerim, öyle olsun istemezdim. Bu vesileyle aramızdan ebediyete irtihal(intikal) eden tüm fedakâr annelerimize rahmet diliyorum, mekanları cennet olsun. Ayrıca, yaşayan Analarımıza uzun ve sağlıklı ömürler dilerim, onların kıymetini biliniz lütfen.Sevgiyle kalınız.