EKSENİMİZ KAYIYOR MU NE! (6)

Bu yazı dizisini yazmamızın sebebi, Amerika ve AB’nin baskılarından kurtularak, daha bağımsız kararlar alabilmek ve bunları uygulamak için çırpınan iktidarın bu çabalarına ‘Eksenimiz Kayıyor’ diyerek karşı çıkanların ne büyük bir yanlış içinde olduklarını göstermektir.Önce şunu tekrar hatırlatalım ki, Siyonist sermayenin kontrolündeki finans kapitalin dünyaya hâkim olmak projesi var. Millî Devletler bunların hedefinde. Devletleri borçlandırarak bağımsızlıklarını yok etmeye çalışıyorlar. Kültür emperyalizmi ile milletlerin millî ve manevî değerlerini çürütüyorlar. Bunda da bir hayli mesafe aldıkları ne yazık ki acı bir gerçek. Sözde çağdaşlaşmak adına bunların dünyaya dayattıkları LGBT ve Cinsiyetsizleştirme kepazeliği sorgulanmadan benimseniyor. Satın aldıkları işbirlikçiler ya da sömürgeci ve emperyalist Batı’nın ‘Medeniyetin Beşiği’ olduğuna inanan birtakım ahmaklar vasıtasıyla, milletimiz bu dayatmaları kabule zorlanıyor. Ne yazık ki, Erdoğan düşmanlığı, muhalefetin bu gerçekleri ve iktidarın daha bağımsız bir Türkiye gayretlerinin görülmesini de engelliyor. Meselâ; 1952’de NATO’ya üye olduk. Bu teşkilât, Siyonistlerle işbirliği içinde olan sermayenin Dünya Hâkimiyeti projelerinin bir ayağından başka bir şey değil. Rusya, Ukrayna’da aslında NATO ile savaşıyor. Biz de NATO’nun bir üyesi olmakla birlikte, bu işin dışında kalmaya çalışıyoruz. NATO’nun Karadeniz’e girmesini önlemek için Montrö’yü titizlikle savunuyoruz. Bu tavrımız elbetteki Amerika’nın öfkesini ve Rusya’nın da takdirini kazanıyor. Türkiye Batı’ya olan bu bağımlılığını, yükselen Doğu ile işbirliği yaparak aşmak gayreti içinde. İşte ŞİÖ (Şangay İşbirliği Örgütü) ve BRİCS (Brezilya, Rusya, Çin ve Güney Afrika Devletinin üye olduğu bir siyasî yapılanma) ile geliştirmek istediğimiz ilişkileri bu meyanda değerlendirmek gerekir. Fakat bu ilişkiler muhalefet tarafından tepki ile karşılanıyor. CHP eski Grup Başkanvekili Akif Hamzaçebi Doğu’ya yaklaşmamız hakkında şu hazin değerlendirmeyi yapmıştı: “Sayın Başbakan’ın Kazlıçeşme mitinginde yaptığı konuşma, Türkiye adına endişe vericidir. Orda, İslâm dünyası içerisinde, Asya’da konumlanmış bir Türkiye tarifini yaptı. Asya ülkesi olarak, Türkiye’yi Batı’ya, modern dünyaya meydan okuyan bir ülke konumunda değerlendirdi. Bu son derece yanlıştır. AB hedefi bir kenara atıldı. Sayın Başbakan’ın, ‘gerekirse Şanghay Beşlisi’ne üye oluruz’ değerlendirmesi, espri yapmadığı, bunu inanarak söylediği gerçeğini ortaya çıkardı. Şanghay Beşlisi demokrasi ile sorunlu ülkelerdir. Türkiye’nin yeri Şanghay Beşlisi, Asya değil, ABD’dir!” (Aydınlık, 21. 6.2013). Akif Hamzaçebi ayrıca, ‘Hedefimiz AB’dir diyor! Alman Başbakanı Angela Merkel’in, AB üyeliğimiz için “Türkiye’ye sürekli olarak umut verdik, dürüst olmamız lâzım” şeklindeki sözlerini ve Alman Dışişleri Bakanı Fischer’in, Danimarka Dışişleri Bakanına “Türkiye hiçbir zaman üye olamayacak… Onları önce uyutalım sonra da unutalım” derken mikrofonlara yakalandığını, hattâ bunu yakalayan gazetecinin ödül bile aldığını hatırlatalım! Peki, Alman Başbakanı Türkiye’ye karşı dürüst olalım derken, bizim siyasetçilerimiz niçin halkımıza karşı dürüst davranmıyorlar ve AB üyeliği yalanını sürdürüyorlar? CHP’nin bir önceki Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da Amerika’da şu hazin tespitleri de yapmıştı: “Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğini temel hedef olarak benimsiyoruz. NATO ittifakını önemsiyoruz ve NATO’nun önem, rol ve etkisinin daha da arttığını düşünüyoruz!” ŞİÖ (Şangay İşbirliği Örgütü) hakkında söyledikleri ise evlere şenlik. ŞİÖ demokrasi dışı bir alanmış! CHP’nin yönü Batı imiş! Çünkü demokrasi Batı’daymış! Batı’nın demokrasi anlayışının Filistin’deki İsrail zulmüne ortak olarak nasıl tel tel döküldüğünü görüyoruz! Batı’yı hâlâ daha ‘Medeniyetin Beşiği’ olarak gören ahmaklara Allah hidayet verir inşallah!Türkiye’nin Atatürk’ten sonra sokulduğu Batı vesayetinden kurtulabilmesi ve daha bağımsız bir devlet olabilmesi için başta Rusya ve Çin olmak üzere, Bölge Devletleriyle işbirliği yapması bir zorunluluk. Atatürk’ün 1937 yılında, o günün bağımsız Müslüman Devletleri olan İran, Irak ve Afganistan’ın katılımıyla kurduğu Sâdâbat Paktı günümüzde de örnek alınmalıdır. ‘Atatürkçü’ olduklarını iddia edenler bu paktı ve Atatürk’ün dış politikasını özellikle incelemelidirler. Rusya, İran ve Irak’la anlaşmamızdan sonra, Barzani Devleti’nin nasıl geri adım atmak zorunda kaldığını ve Kerkük’ten nasıl tasfiye edildiğini gördük. Bu da bize, Atatürk’ün Sâdâbat Paktı’nın güncellenmesinin ne kadar hayatî önem taşıdığını göstermektedir.Mahmut Övür Sabah’ta, Türkiye’nin yerli ve millî bir anlayışla savunma alanında bağımsızlıkçı bir çizgiye nasıl taşındığını anlatmış. İHA ve SİHA’larla başlayan bu süreç artık KAAN’dan TCG Anadolu’ya ve uzun menzilli füzelere kadar uzandı. Şimdi artık Gök Vatanı savunacak olan Çelik Kubbe noktasına gelindi. Türkiye Amerika’dan Patriotları alamadı ama, artık kendi savunma silâhlarını kendisi üretiyor. ‘Müttefikimiz’ Amerika’dan savunma füzelerini alamayınca, Rusya’dan S-400’leri satın almıştık. Amerika bu nedenle bize karşı, düşman ülkelere uygulanan CAATSA yaptırımlarını devreye sokmuştu. Amerika her nedense Girit adasındaki S-300’Ler görmezden gelmişti! İlginç ve hazin olan ise, Türkiye S-400’leri satın aldığında, bazı muhalefet liderlerinin ‘Bize kim nereden saldıracak ki?’ diyerek, Türkiye’nin hava savunması için önemli bir silâh olan bu füzelerin alınmasına karşı çıkmalarıydı. Ne yazık ki, siyasî ihtiraslar millî menfaatlerin önüne geçebiliyor!Böyle bir ülkede güçlü bir İç Cephe’nin kurulması mümkün müdür?Dünyaya Çok Partili sistemi dayatan Siyonist Sermaye ve işbirlikçilerinin amaçlarının güçlü bir İç Cephe’nin varlığını imkânsız kılmak olduğunu hatırlatalım. Sultan Abdülmecid’den itibaren yaşadıklarımızı incelediğimizde, bu gerçek apaçık bir şekilde görülecektir. Fakat ne yazık ki, siyasetçilerimiz ve aydınlarımız tarihimize pek ilgi duymazlar. Sözün özü, bu yazımıza neden ‘Eksenimiz Kayıyor mu Ne!’ diye, nükteli bir başlık koyduk? Çünkü, bâzı Batı hayranı çevreler, Türkiye’nin büyük Atatürk’ün Tam Bağımsız Türkiye ideali doğrultusundaki gayretlerini bir ‘Eksen Kayması’ olarak değerlendiriyorlar. Bilmem anlatabildik mi?