Sen üzülme anam dertlerim çokturÇektiğim çilenin hesabı yoktur..Yiğitlik yolunda üstüme yokturEşkıya dünyaya hükümdar olmaz!Üç ayrı mekânda üç kütüphanem var. Görele’de, Kuşçulu Köyü’nde ve İstanbul’da! Hangi mekândaysam zaman zaman orada yer alan kitaplarımla konuşurum, dertleşirim… Değişik tarihlerde alınmış; okunmuş, raflara konulmuş onca kitap. Yılların yükünü çekiyorlar, gururla. Küçük yaşımdan bu yana beni kitaplara götüren ilgi, merak ve sevgi olmuştur. Çok şey borçluyum, kitaplara. Bilgi, donanım ve birikim kazandıysam; kültür dağarcığım genişlediyse kitaplar sayesindedir. Dahası sağlıklı düşünebilen, çıkarım yapabilen, bildiğim konuda söz söyleyebilen, mantık yürüten; gözlem yapan, gören, duyan, duyumsayan bir insan olabildiysem yine kitaplar sayesindedir. Şimdilerde ektiğimi biçiyorum dersem, bu abartı değil; gerçektir. Kitap/lar huzurdur, mutluluktur benim için.İstanbul’a her gelişimde, kütüphanemdeki kitaplara göz atmayı alışkanlık haline getirdim. Onları tek tek elden geçiririm. Bazılarına dokunur geçerim. Bazılarını koklarım. Bazılarını alıp sayfalarını karıştırırım. Okuduğum kitapların sayfalarında altı çizilmiş cümleler, yan ya da alt boşluklarda kısa notlar ve son sayfasında mutlaka tarih ve imza atılıdır. Bu sabah da öyle yapmaya koyuldum. Kitaplarıma göz atarken, parmaklarımla dokunurken, kokularını içime çekerken birden aklıma “Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz” türküsü düştü. İçime mi doğdu ne? Parmaklarımın dokunduğu kitap Yaşar Küçük hocamın kaleme aldığı “Doğu Karadeniz Bölgesi Eşkıya ve Kabadayıları”! İlgiyle, merakla okumuştum bu kitabı yıllar önce. Raftan çıkarıp yan tarafa koydum. Sayfalarını karıştırmak yeniden gözden geçirmek istedim.Türkü peşimi bırakmıyor. Ezgisi içimde çağlıyor. Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz sözleri art arda yüreğinde birikiyor. Bu bir isyan mı? Bu bir çığlık mı? Bu bir başkaldırma, karşı çıkma mı? Birden Sinop Cezaevi’ne gittim. Bu şiir, bu cezaevinde yazılmıştı. Sebahattin Ali, on yıl kaldığı bu cezaevinde yaşadıklarını ve hissettiklerini “Uzun zamanlar deniz kenarında ve surlar içindeki bir hapishanede kaldım. Kalın duvarlara vuran suların sesi taş oralarda çınlar ve uzak yolculuklara çağırırdı. Tüylerinden sular damlayarak surların arkasında yükseliveren deniz kuşları demir parmaklıklara hayretle gözlerini kırparak bakarlar ve hemen uzaklaşırlardı.” sözleriyle dile getirmiştir. Ünlenen, dillerden düşmeye Başın öne eğilmesin / Aldırma gönül aldırma / Ağladığın duyulmasın / Aldırma gönül aldırma dizelerinin can verdiği türkünün sözleri de bu cezaevinde yazılmıştır. Devamında şöyle der, Sebahattin Ali: Dışarıda deli dalgalar / Gelip duvarları yalar / Seni bu sesler oyalar / Aldırma gönül aldırma…“Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz” şiiri, Rizeli eşkıya Sandıkçı Şükrü’nün öyküsünden esinlenerek kaleme alınmıştır. Sandıkçı Şükrü, hukuksuzluğa, adaletsizliğe, zulme başkaldırmış, dağlara çıkmış; ezilen, haksızlığa uğrayan halka yardım etmiş bir eşkıya olarak bilinir yörede. Yol kesen, haydut, asi anlamına gelen Arapça, şâkî sözcüğünün çoğuludur. Biz bu sözcüğü bir kez daha çoğullaştırarak eşkıyalar olarak kullanmışız. Edebiyatta böyle, yanlış kullanılıp doğrunun yerine geçen sözcüklere galatımeşhur deniliyor. Örneklendirirsek “su uyur düşman uyumaz” bunlardan biridir. Uyuyan su (ırmak, dere) değil Eski Türkçe döneminde asker anlamında kullanılan “sü”dür. Doğrusu “sü (asker) uyur düşman uyumaz.” Zarif sözcüğünün çoğulu zürefadır. Doğrusu “Zürefanın düşkünü, beyaz giyer kış günü” iken bir hayvan adı olan zürafa ile karıştırılıp “zürafanın düşkünü, beyaz giyer kış günü” demek de zarif bir galatımeşhur örneğidir.Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz, türküsünde geçen Varilcioğlu’nu merak ettim doğrusu? Kimdi bu adam. Bu türküde niçin yer almıştı? Müfreze ile niçin iş birliği yapmıştı? Bu sorulanı cevabı elimin altındaki kitaptaydı. Doğu Karadeniz Bölgesi Eşkıya ve Kabadayıları! Yaşar Küçük hocam, yerinde incelemeler, derlemeler yapılarak, büyük emekler verip titizlikle hazırlamıştı bu kitabı. Baştan sona ilgiyle, merakla okuduğum, yer yer notlar aldığım bu kitap dört ana başlık altında Doğu Karadeniz bölgesinde yaşamış olan ünlü eşkıya ve kabadayıları anlatmaktaydı. 1- Rize Yöresi Eşkıya ve Kabadayıları 2- Trabzon Yöresi Eşkıya ve Kabadayıları 3- Giresun Yöresi Eşkıya ve Kabadayıları4- Ordu Yöresi Eşkıya ve Kabadayıları“Rize Yöresi Eşkıya ve Kabadayıları” bölümünde Sandıkçı Şükrü’yü şöyle anlatır, Yaşar Küçük: “… hakkında destan yazılmış, türkü yakılmış en ünlü eşkıyası Sandıkçı Şükrü’dür. Rize’de kime sorulsa Sandıkçı Şükrü hakkında bir şeyler anlatmaya çalışır, onunla ilgili destandan dörtlükler okuyabilir. Onun hakkında türkü ve destan bilmeyenler de şöyle bir iç geçirip “mert adammış, yiğit adammış”… Yaşar Küçük’ün tespitine göre, Sandıkçı, balıkçı Ömer Reis’in oğludur. Sandıkçı’nın dağa çıkmasına, eşkıya olmasına neden olan olay, “Bir gün, Rize’nin Haldoz (Portakallık) mahallesindeki bir düğünde, Şükrü’nün kardeşi Bayram, Abdi’nin Yusuf tarafından bıçaklanır. Durum Şükrü’ye bildirilir. Şükrü silahını kaptığı gibi olay yerine gelir, kardeşini bıçaklayan Yusuf’u vurur.” sözleriyle anlatılır, kitapta. Bir müddet dağlarda saklanan Sandıkçı Şükrü, sonuçta yakalanır, yargılanır ve on beş yıl ceza alır. Cezasını çekmek için Sinop Cezaevi’ne gönderilir. Burada zor günler geçirir; hücreye atılır. Bir zaman sonra kimi mahkûm arkadaşlarının yardımı ile bir yolunu bulup cezaevinden kaçar… Sebahattin Ali’nin şiiri “Bir yanımı sardı müfreze kolu /Bir yanımı sardı Varilcioğlu / Beş yüz atlı ile kestiler yolu / Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz” dörtlüğü ile son bulur. Kuşkusuz, dörtlükte, saklandığı ev sarılan, baskın yiyen Sandıkçı Şükrü’nün hazin sonu anlatılmaktadır. Bu dörtlükte geçen işbirlikçi Vari(e)lcioğlu kimdir? Bunu, Küçük’ün kitabından öğreniyoruz: Devlet, Sandıkçı’nın peşine düşer. Bir sabah saklandığı evde uyandığında, kolcuların evi sardığını anlar. Çatışma başlar. Sesinden tanıdığı arkadaşı Varelcioğlu’na seslenir. Aralarında şu konuşma geçer:- Sadık, puşluk var mı? – Puşluk yok!- Ben şimdi dışarı fırlayacağım, sen kurşunu boşa sıkarsın.- Olur.Kitapta, Sandıkçı’nın hazin sonu şöyle dile getirilir: Sandıkçı bu teminatı aldıktan sonra yavaşça kapıyı aralar, yerinden kurşun gibi fırlar, dereye doğru kaçmaya başlar. Fakat Varelcioğlu sözünde durmaz ve tetiğe basar. Sandıkçı ancak yirmi adım gidebilir. Kurşun göğsünün altından girip kalbini parçalamıştır. Naaşı Rize’ye getirilir. Orada tüfeği ile birlikte tam üç gün halka teşhir edilir. Sonra eşkıya mezarlığına gömülür. Sandıkçı vurulduğu zaman, yıl 1907’dir. Sonrası, sandıkçı bir halk kahramanı olur. Hakkında türküler söylenir, destanlar yazılır. Bunlardan en meşhuru, şair Kâhya Salih’in yazdığı destandır. Rize ve çevresinde ünlenmiş, halkın gönlünde yer bulmuştur, Sandıkçı Şükrü! Bir anlamda eşkıya iken halk kahramanı olmuştur. Destanda yer alan dörtlüklerde yaşamaktadır. Dinleyin ağalar tarif edeyimBazı ahvalinden devr-i cihanınSemaya çekildi ar ile namusBu bir alameti ahır zamanın
Şükrü yüz çevirdin bunca emektenKader böyle idi devr-i felektenSeni geçirdiler ince elektenYedi kat göklere çıktı semanın
Hoş görünüz bu Şükrü’nün haliniKimsesi kalmadı baksın malınıDaim rüzgâr esmiş kırmış dalınıVakitsiz çiçekler açan meyvenin
İlahi ben geçtim bu tatlı candanSen beni ayırma doğru imandanGünahım reddeyle arş u rahmandanMağfiret kânısın her bir isyanın.Yaşar Küçük hocam, Sandıkçı Şükrü’nün öldürülmesinin Rize halkı üzerinde derin etkiler bıraktığını yazar. Yöreden derlenen başka bir destanda Varelcioğlu’nun yaptığı kalleşlik, tüm çıplaklığı ile gözler önüne serilir: Varelcioğlu Sadık ahbabım gayetCandan komşum idi bak bu hıyanetNamertte beklenmez elbet sadakatSığar mı mert olan bu hal vicdana
Arka yerden çıktım etmeye firarBilmezdim o zalim canıma kıyarMeğerki puşt imiş o rezil bi-ârAteş etti kıydı bu tatlı cana…Destanları kaleme alanlar ya da söyleyenler genellikle şairlerdir, der, Yaşar Küçük. Sandıkçı Şükrü de yörenin şairleri tarafından destanlaştırılmış bir halk kahramanıdır. Sebahattin Ali, bu kahramandan esinlenerek “Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz” şiirini kaleme almıştır. Yaşar Küçük hocam, büyük emeklerle Rize’de araştırma yapmış; Sandıkçı hakkında yazılan ve söylenenleri derlemiş ve kitabında yer vermiştir. Dolayısı ile bir eşkıya bir halk kahramanına dönüşmüştür. Not: Yaşar KÜÇÜK -Giresun Üni. Eğitim Fak. Emekli öğretim görevlisi.