FİLİSTİN’DE NELER OLUYOR? (1)

7 Ekim Direnişinin Ortaya Koyduğu Gerçek!İsrail işgalindeki Filistin topraklarının kurtarılması için mücadele eden Filistinlilerin direniş örgütü HAMAS’ın 7 Ekim tarihindeki sürpriz eylemleri, İsrail’in gücünün ne kadar abartıldığını da tüm dünyaya göstermiş oldu. Diğer taraftan, HAMAS’ın eylemlerine karşılık olarak, Savaş Hukukunu bile çiğneyen İsrail’in kullandığı orantısız güç, tüm dünyada büyük tepki topladı ve İsrail’in, yılardır büyük bir ustalıkla kullandığı ‘Soykırım Mağduru Halk’ imajını yerle bir etti. Yâni, sözün özü, 7 Ekim sonrasındaki Siyonist İsrail Devleti’nin, mâsum Filistin halkına karşı yaptığı haydutluklar, bu devletin gerçek yüzünü de göstermiş oldu. Daha İnsanî bir Dünya Artık Hayâl Değil! Dünya kamuoyu Filistin olaylarında, Alman Faşizminin ezdiği Yahudilerin bu defa, aynı acımasızlıkla, aynı gaddarlıkla Filistinlilere soykırımı uygulamakta olduğunu gördü ve kendi hükümetlerinin İsrail yandaşı tavırlarına rağmen tüm dünyada İsrail protestoları başladı. Burada değinmeden geçemeyeceğimiz önemli bir konu da, BM Genel Sekreteri Guteres, HAMAS için, “Kendi vatanını savunan direnişçiler” ifadesini kullanırken, ülkemizdeki kimi siyasetçilerin HAMAS’a ‘TERÖRİST’ yaftasını yapıştırmalarıdır!Bir diğer önemli konu da, Siyonist Sapkınlıkla işbirliği durumundaki, Tek Dünya Devleti Sapkınlığının esiri olmuş Batılı devletlerin çoğunluğu İsrail’in yanında yer alırlarken, İspanya ve Belçika Başbakanlarının Mısır-Gazze sınırındaki Refah sınır kapısında yaptıkları konuşmalarda açık ve net bir şekilde iki devletli çözümü savunmalarıdır. Evet, kalıcı çözüm budur. Zaten Birleşmiş Milletlerin kararı da bu yöndedir.Daha insanî bir dünya artık hayâl değil. 7 Ekim sonrasında yaşanan Siyonist İsrail’in zulmü ve bu zulme, karşı her şeye rağmen haysiyetli bir direniş gösteren Filistin halkının bu şanlı mücadelesi Amerikan İmparatorluğunun da cilâsını iyice dökmüştür. Tek Dünya Devleti Hâkimiyeti ile dünyaya kendi menfaatlerine göre şekil vermeye kalkan ve bu yüzden dünya halklarına büyük acılar çektiren Emperyalist Batı’nın çöküşü daha da hızlanacak ve bu yeni dünyada Türkiye de, Tam Bağımsız ve Mazlûm Milletlerin çıkarlarını savunan bir ülke olarak tarihî misyonuna yakışan yerini alacaktır.Ya Şu Bizim Mankurtlar!Bilindiği gibi, hâlâ daha, emperyalizmin gerçek yüzünü kavrayamayan, bizim kimi sözde aydınlarımız, ülkemizin ‘Medenî Batı’ dururken, başlarında bu geri yönetimleri tutan Araplarla ne işimiz ola ki, anlayışını savunurlar. Bölgemize uzak kalmamızı savunan bu mankurtların bir argümanı da “Arapların I. Dünya Harbi’nde bizi arkadan vurduğu” iddiasıdır ki, bu konuda Arapları toptan suçlamak büyük bir insafsızlık olur. Çünkü, İngilizlerin, Mekke Şerifi Hüseyin’e Arap Krallığı vaad ederek, Şerif’in Osmanlıya başkaldırmasını sağlamaları nedeniyle tüm Arapların suçlanması ancak, Batı ajanlarının yapabileceği bir şeydir. Hele hele, gerçek Atatürkçülerin böyle bir tavır içinde olmaları düşünülemez bile.Orta Doğu’da Hâkimiyet Kuran Türk Devletleri Hatırlatmak isteriz ki, Türkler bu coğrafyayı bin küsur yıl yönetmiş bir millettir. Bu coğrafyada kurulan ilk Türk Devleti Mısır’da, 875 yılında kurulan Tolunoğulları Devletidir ki, topraklarını Tarsus’a kadar genişletmiştir. Mısır’da kurulan ve tüm coğrafyayı Hicaz dahil ele geçiren ikinci Türk Devleti 935 yılında kurulan İhşidiler’dir (Akşitler). Kurucusu Muhammed Bin Toğuş’tur.Zengiler Devleti, 12. ve 13. Yüzyıllarda Suriye ve Mezopotamya’da hüküm sürmüş bir Türk Devletidir. Kurucusu İmadeddin Zengidir. Oğlu Nureddin Zengi devleti daha da büyütmüş, Haçlılara karşı büyük bir mücadele vermiştir. Bu arada Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’in 1055’de Bağdat’ı ele geçirmesinden sonra, özellikle Mezopotamya bölgesinde bir başka Türk hâkimiyetinin daha kurulduğu bilinmelidir.Selâhaddin Eyyubi, 1187’de Kudüs’ü Haçlılardan geri alan büyük komutandır. Hıristiyanlar Kudüs’ü alırken 40.000 Müslüman’ı katletmişlerdi. Selâhaddin Eyyubi, Kudüs’ü terk eden Haçlı kalıntılarının Kıbrıs adasına gitmelerine izin vermiştir. Selâhaddin; Nureddin Zengi’nin maiyetinde, Türk Kültürü ile yetişmiş bir komutan ve devlet adamıdır. Kurduğu Devletin adı Eyyubiler Devletidir. Eyyubiler Devleti’nin çöküşünden sonra, yine aynı topraklarda, 1250 yılında Memlük Türk Devleti kurulmuştur. Memlükler devletlerine Devlet-i Türkiya , yâni, “Türklerin Devleti” demekteydiler. Bu devletin 1517 yılında Yavuz Sultan Selim tarafından yıkıldığı da hatırlatalım! Bu gerçeklere rağmen, bölgedeki Türk varlığını Osmanlı ile kayıtlayan kimi tarihçiler bölgemizde 400 yıllık bir Türk hâkimiyetinden söz etmektedirler ki, bu doğru değildir.Özetle anlatmaya çalıştığımız gibi, bu coğrafyada bin küsur yıllık bir geçmişe sahibiz. Bu tarih bizim şeref hanemizde kayıtlıdır. Çünkü bu toprakları adaletle yönettik. Bu halklarla iç içe yaşadık. Şimdi bazı zıpırlar dönmüşler millete, “Araplar bizi arkadan vurdu, bizim bunlarla ne işimiz var” diyorlar? Yaşadığımız coğrafya ile ilgilenmenin bizim için bir namus borcu olduğunu hatırlatmak isteriz. Diğer taraftan bu bizim ilgisizliğimizin ancak emperyalist Batı’nın çıkarlarına hizmet edeceği de iyi bilinmelidir. Bu kafada olanlara, Atatürk’ün coğrafyamızın güvenli bir geleceğe nasıl sahip olacağı konusunda yaptığı bir konuşmadan özetlediğimiz şu sözleriyle cevap verelim: “Yüzyıllar boyunca vatandaş olarak yan yana yaşamış olan bu milletler arasında, elbette ki, umumî ve ferdî birçok dostluk bağları vücut bulmuştur ve bazı nahoş olaylara rağmen bu bağlar henüz gevşememiştir. Coğrafî, siyasî, iktisadî sebeplerle beraber mevcudiyetlerini her türlü tecavüzlere karşı koruma ihtiyacı kendilerinin ittifak, hattâ ittihat (birlik) hâlinde yaşamalarını âmirdir. Bu, umumî dünya sulhu için de lüzumludur ve üzerinde soğukkanlılık, şuur ve samimiyetle çalışılırsa pekâlâ mümkündür de.Binaenaleyh, bu milletler, düşürüldükleri gaflet çukurundan bir an evvel kurtulmaya çalışmalı, aralarında mevcut olup, bazı emperyalist devletler tarafından mütemadiyen körüklenmekte bulunan arazî kavgaları ile diğer anlaşmazlıkları ortadan kaldırmalı, müsavi şartlarda -az zamanda konfederasyonlara doğru gidecek olan- kuvvetli bir ‘Birlikler manzumesi’ kurmalı, bu gaye için diğer komşu milletlerle de anlaşmak çarelerini aramalıydılar. Ancak bu yoldan, hep beraber, güvenlik ve huzur içinde yaşamalarını sağlayabilirlerdi” (Hasan Rıza Soyak, “Atatürk’ten Hatıralar”, s. 500).Bu sözleri söyleyen Büyük Atatürk’ün 8 Temmuz 1937’de İran’daki Sâdâbat Sarayı’nda, o günün bağımsız Müslüman Devletleri olan İran, Irak ve Afganistan ile Sâdâbat Paktı’nı imzaladığını ve paktın amacının emperyalist devletlerin bölgemizden uzak tutulması olduğunu hatırlatalım! Atatürk bir on yıl daha yaşasaydı, II. Dünya Harbi’nden sonra bağımsızlıklarına kavuşan Müslüman devletlerin de bu pakta katılacakları muhakkaktı. Fakat ne yazık ki, Atatürk’ün ölümünden sonra bu devleti yönetenler ki, o zaman Millî Şef İsmet Paşa’ydı; Türkiye’yi Batı Emperyalizminin kucağına atmışlardır. ./…