Hiç bitmesin dediğin bir şarkının sözleri gibiydi gözleri. Hayatın bütün akışını seyretmek mümkündü gözlerinde; dünü bugünü, yarını.Geceyi bir yıldız tozu gibi aydınlatırdı gülümsemesi. Bir hanımeli gibi kuşatırdı kokusuyla bütün evreninizi. Yağmur sonrasındaki toprak kokusu gibi sarardı bütün bedeninizi. El değmemiş pınarlardan doğan, gümrah ormanlardan geçen, yemyeşil kırların üstündeki çiçeklerin arasında raks eden kelebeklerin kanat çırpışı gibiydi sesi. Hani bazen birdenbire içinizi tarif edemediğiniz nedensiz kocaman bir sevinç kaplar da ne yüzünüzdeki gülümsemeyi ne de istemsizce hareket eden vücudunuzu kontrol edemezsiniz ya işte öylesine bir edası vardı arkasında bıraktığı. Okumasını bilenler için kâinat baştan başa bir kütüphaneydi; her rafı sizi cezbedecek kitaplarla dolu, her köşesi sizi hayrette bırakacak sanat harikalarıyla donatılmış devasa bir kütüphane. İnsan yeter ki öğrenmek ve anlamak istesindi. Bilmek için öğrenmekle anlamak için öğrenmek arasında fark vardı çünkü. Birincisi insanı koyu bir bencilliğin kucağına savururken ikincisi insanı içsel bir yolculuğa da davet ediyordu. Hayatı anlamlandıran aslında ne yaptığınızdan ya da ne başardığınızdan çok neyi, niçin yaptığınız ve neyi neden başarmak istediğinizde düğümleniyordu. Sonuç odaklı bir sistemin tezgahında amacını ve yönünü yitiren insanı, yeniden fabrika ayarlarına döndürebilmek için önce küçük bir alem olan insanla, büyük bir âdem olan kâinatı tanıştırmak ve barıştırmak gerekiyordu. Dışarıdaki fırtına ne denli güçlü olursa olsun ve çağın geçerli(!) değerleri insanın aklını ne kadar bulandırırsa bulandırsın; insan, tüm bunlara içindeki erdemlerin(saygı, hoşgörü, empati, dürüstlük, sevgi, vb.) sıhhati oranınca dayanabilecek ve de karşı koyabilecektir.Elbette ki çağın kendince bir realitesi, bir işleyişi, bir mantalitesi var! Elbette ki yaşamın pratiği ile söylemin diyalektiği arasında sert ve acımasız çizgiler mevcut! Elbette ki fizik yasaları, kimyasal tepkimeler, matematiksel gerçeklikler, tarihi degajmanlar ve coğrafi kaderler, sanatsal devinimlerin ve felsefi düşüncelerin bir adım önünde! Ama tüm bunlar demek değil ki hayat amansız bir yarış, bitmez bir koşuşturmaca, sonsuz bir kovalamaca! Şimdilerde üniversite sonuçları açıklandı ve tercihler için geri sayım sürüyor. Uzmanlar hangi bölüm, hangi alandan daha çok birden fazla alanda yetkinlik göstermenin geleceğin vazgeçilmezi olduğunu ısrarla vurguluyorlar. Belki haklılar belki de haksız. Onca yetkinlik ve durmaksızın bir koşturmanın sonucunda elimize geçecekler belli de elimizde kalanlar ne olacak asıl sorulması gereken soru bu bence. Neden sürekli değişmek zorundayız ki? Neden çağa ayak uydurmak mecburiyetindeyiz ki? Hiç bitmeyecek bir yarışta neden bize bir kez verilmiş olan ömrümü heba etmek zorundayız ki? Neden? Neden? Neden?Cümlelerle ne kadar süslerlerse süslesinler aslında dünyanın şu an içinde bulunduğu durumun bir girdaptan, bir sarmaldan, bir anafordan, bir bataklıktan, çıkmaz bir sokaktan kalır bir yanı yok! Herkesin aynı şeyin peşinde koşturulmasında sizce de bir tuhaflık yok mu? Her şey dört dörtlük olmak zorunda mı? Düşmeye, geride kalmaya, yanlış yollara sapmaya, hatalar yapmaya, hasta olmaya, ağlamaya, kusurlu olmaya hakkımız yok mu? Bu hamur daha çok su götürür lakin hem yerimiz dar hem de tüketimin bir sonu olmadığı gibi kendi kuyruğunu yakalamaya çalışan kedilere nazire yapan insanoğlunun trajikomikliğini tarife hacet yok.İnsan, insan olduğu için kıymetli; insan, insan kalabildiği müddetçe değerli; insan, insanca değerler üretebildiği sürece eşsizdi, bir anlayabilsek, bir kavrayabilsek, bir hatırlayabilsek…