Çok fazla geriye gitmemize gerek yok. Dijitalleşmenin, telefon ve tabletlerin hayatımıza girmeden önce yaşadığımız çocukluğumuza gidelim. 1990 yıllarının ortalarında hayatımıza giren internet ile birlikte sosyal medyanın ortaya çıkmasıyla çocukluk değerlerimizi hatırlayalım ve nasıl ailemizin bizi yetiştirdiğine bir bakalım.
Topaç, körebe, yakan top, misket…
Yağ da satardık bal da. Buna benzer yüzlerce çocukluk oyunlarımızı, internettin ve sosyal medyanın getirdiği sanal oyunlara teslim ettik. Efor sarf etmediler, eli yüzü kir pas içinde kalmadı, düşüp dizini kolunu ve bacağını yaralamadılar. Bir masa ve bir bilgisayara çocukluklarımızı teslim ettik. Ana okuluna başlayan çocuklarımızın eline tablet ve telefonları tutuşturduk. Belki de ona hemen ulaşayım, nerede olduğunu bileyim dürtüsü bizi bu yola itse de onlara ne kadar kötülük yaptığımızın farkında olamadık.
Bizleri dışarıdan toplamakta zorlanan ebeveynlerimizin “akşam oldu hadi artık eve gel” sesini özleyen kaç kişi var? Sokaklarda koşarak ter içinde kaldığımız, düşerek, ağlayarak ve yaşayarak öğrendiğimiz hayatı bilgisayar, tablet ve telefonlara teslim ettik. Şimdiki çocukların uzun eşek, çelik çomak, saklambaç gibi oyunlardan habersiz, internet macerasından oynadığı oyunlarla yaşadığına şahitlik ediyoruz.
Çocuklarımızın yüzde altmışı obezite sınırında. Hareket yok, koşuşturmaca, külfetten kaçış ve yürümekten aciz bir çocukluk yaşıyor onlar. Bir kilometrelik okul mesafesine servis aracı tutan bizler. “Hadi çocuğum hava soğuk servisi bekleme seni ben bırakayım” diyen biz anneler ve babalar. Her istediğini ağlayarak elde eden çocuklarımız.“ tamam şimdi alıyorum. Ağlama şimdi yapıyorum” diyen ebeveynler.
Aman suya basma! Aman çamura girme! Aman ıssız yoldan yürüme…
Eee, nasıl öğrenecek bu çocuk hayatı! Soğukta üşümeden nasıl farkına varacak sıcak bir yuvanın huzurunu. Yağmurda ıslanmadan nereden bilecek güneşin değerini, kuruluğun ve zinde olmanın keyfini. Issız yollardan gitmeden korkusunu nasıl yenecek. Tek başına ayakta kalmanın değerini nasıl öğrenecek? Ağlamadan gülümsemenin kıymetini nasıl bilecek? Adı üstünde çocuk bu! Üşüyecek, ıslanacak, korkacak ve ağlayacak. Bunları yaşayacak ki; Yarın bizler onları yalnız başına bıraktığımızda gözümüz arkada kalmayacak.
Öğrettim diyeceğiz, öğrettik! Yaşamı, sevgiyi saygıyı, insanlığı ve güzellikleri kısaca hayatı öğrettik diyeceğiz. Diyeceğiz ve o gün geldiğinde onları, iyi ki o yağmurda yürüttük, iyi ki kışın soğuk ve ayazı iliklerine kadar hissetti. İyi ki ıssız yollarda yürüdü ve kendine güvenmeyi öğrendi diyeceğiz.
Gelin çocuklarınıza bir iyilik yapın. Onları alıp her daim pahalı lüks restoran ve kafelere gitmeyin. Hayatın sadece yemekten içmekten ve tokluktan ibaret olduğunu bilmesin. Bunun yerine doğaya çıkın piknik yapın. Kulaklarını takıp herkese ve her şeye sağır olmasının yerine doğada kuş sesleri dinletin. Oyuncaklara verdiğiniz onlarca paraya karşılık evcil bir hayvanla arkadaş olmasını sağlayın. Pahalı marka takıntılı pabuçlar almak yerine ayağının rahat edebileceği ayakkabıları önerin. Çıplak ayaklarla kokmadan toprak üzerinde yürümesini öğretin. Börtü böceğin korkulacak bir şey olmadığını bu dünyanın hepimize ait olduğunu öğrensin.
Çocukluğunuza dair içinizde ne kaldıysa, kendi çocukluğunuzda ne yaşamak istediyseniz çocuklarınızla birlikte yaşamaya çalışın. Açıkçası; çocuklarınızla çocuk olun. Çünkü; bizler artık kocaman birer insan değil, kocaman birer çocuk olduk. Çocuklukta yaşayamadığımız anları ve heyecanları bugün değil de ne zaman yaşayacağız. Ne demişti şair: “Bir sabah uyandığımda kapı çalsa gelen çocukluğum olsa ve hep bizde kalsa” sahi! Çok da geç kalmış sayılmayız değil mi?Sağlıcakla…