Değerli Okuyucularım, Sevgili Gençler; Amerika’daki Filo Subay Kursu anılarıma devam ediyorum.
Şimdi kursumuzun ikinci aşaması olan SOS (Squadron Officer School) yani Filo Subay Kursu bölümüne başlayacağız. 23 Ekim 1989 Pazartesi günü başlayan bu kurs Amerikalı subaylar için ilk basamak bir kurstu. Yüzlerce Amerikalı subay, sivil personel dünyanın her yerinden bu kursa katılmak için gelmişlerdi.
Kursun yapısı şu şekildeydi. A dan Z ye kadar Amerikan alfabesinin harflerinden oluşan sınıflar vardı. Her sınıfa filo deniliyordu. Bu filoların her birinde 15-20 arasında Amerikalı personel (subay ve sivil) ve 1 ya da 2 kişi yabancı ülke subayları dağıtılmıştı. Filolarda ben hariç Amerikalı personel olduğu için daha anlaşılabilir bir İngilizce konuşmalarına kavuşmuştum ve bunun için daha mutluydum.
Kabul edersiniz ki IOS te iken değişik ülkelerden gelen subayların bulunduğu bir sınıfta İngilizce öğrenmek yerine anlamak için çalışıyorduk zira herkes kendi aksanları ve kendi kültürlerine göre İngilizce konuşuyordu.
SOS daha çok grup aktivitelerine yönelikti. Dış mekân aktiviteleri, spor müsabakaları, bu aktivitelerde yardımlaşma gibi başarıyı artıran faktörler ön plana çıkarılıyordu. Çok zevkli vakit geçiriyorduk. Dış mekân faaliyetleri olmadığı zamanlarda, seçkin konuşmacılar tarafından çok büyük bir konferans salonunda çeşitli konularda konferanslar veriliyordu. Bu konferanslar ve sınıflarda resmi üniforma giyerdik.
Bir gün bu konferansların birinde 10 dakikalık ara verilmiş ve konferans salonundan çıkmış ve arkadan “Yüzbaşi, Yüzbaşi” diye hitap eden ve arkama döndüğümde Amerikalı bir yüzbaşının bana seslendiğini görmüştüm. Gurbet ellerde hemşerisini görmüş Türk edasıyla çok sevinmiştim. Kısa bir tanışma anından sonra konferansa geri dönmüştük.
Konferans sonu verilen öğlen arasında birlikte üs kafeteryasına gidip yemek yedik. Amerikalı Yüzbaşının adı Gerry Cochran ve Türkiye/Malatya-Erhaç 7’nci Ana Jet Üs Komutanlığında yani benim görev yaptığım yerde bulunan Amerikan biriminin komutanıymış. Aman Allah’ım bu ne tesadüf. Şaşkınlığım daha da artmış olarak, Türkiye’de aynı üste görevli olan bir Amerikalı ile tanışmaktan çok mutlu olmuştum.
Gerry ile frekanslarımız tutmuştu ve gerek kurs süresince gerekse daha sonra 1996 yılına kadar çok iyi ve seviyeli bir arkadaşlığımız oldu.
Kursun, sonuna yaklaştığımızda Türkiye’ye dönüş için biletlerimi, kursiyerlerin idari işlerinden sorumlu olan ofisten söylediğim tarihte aldırtmıştım.
Ben Türkiye’de iken her yıl yapılan İngilizce Genel Dil Sınavı’na girmek için müracaat etmiştim. İki aşamalı olan bu sınavın ilk aşamasında; 100 soruluk genel teste ve daha sonra da yazılı kompozisyon sınavına tabi tutulurduk. Bu ilk aşama sınavı SOS kursunun resmi olarak bitmesi gereken zamandan daha önce olduğu için Hava Kuvvetleri Kurslar Şubesi’ne durumu bildirdim, isteğim kabul edildi ve kurs bitiminden birkaç gün önce (sanırım 1 hafta önce) Türkiye’ye hareket ettim.
TÜRKİYE’YE DÖNÜŞ BAŞLIYOR
Dönüş rotamız Montgomery-Atlanta-New York- Frankfurt-İstanbul şeklindeydi. New York’tan Frankfurt için Lufthansa Havayolları’nın B-747 tipi uçağına binmiştim. B-747 uçağı 2 koridorlu olup pencere tarafları 3 er koltuklu, orta bölüm ise 8 koltukluydu. Benim koltuğum uçağın sağ tarafında 3 lü koltuğun ortasıydı. Sağ koltukta 60 lı yaşlarında görünen bir bayan oturuyordu. Kısa süre sonra tanıştığımızda ne tesadüf ki devre arkadaşım Eyüp Bayrakdar’ın Kayın validesi olduğunu söylemişti. Sorunsuz şekilde havalanıp seyir irtifasına çıkmıştık.
Atlantik Okyanusu üzerinde uçarken CAT (Açık Hava Türbülansı) dediğimiz yani uçak radarında göremediğimiz Açık Hava Türbülansına girdik. Şu an o türbülansın üzerinden 35 sene geçmiş olmasına rağmen nasıl bir türbülans olduğunu hala hisseder gibi oluyorum. Askeri ve sivil hava yolu uçaklarında toplam 42 sene uçtum ve öyle bir türbülansla hiçbir zaman karşılaşmadım. Uçağın kanat uçlarının aşağı-yukarı nasıl hareket ettiklerine (ki öyle olması gerekirdi) bir pilot olarak çok şaşırmış ve bildiğim tüm duaları okumuştum. Çok uzun süren bu türbülans uçak içinde birçok hasara yol açmış, baş üstü dolaplar açılarak eşyalar düşmüştü. Gerçekten çok kişi korku ve paniğe kapılmış olarak bağırıyorlardı. Çok kötü bir an yaşamıştık. Hatırladığım kadarıyla bazı yolcularda ciddi yaralanmalar olmuştu.
Genel Dil Sınavı İzmir Maltepe Askeri Lisesi Komutanlığı’nda yapıldığı için son bacak uçuşumu Malatya yerine İzmir’e aldırmıştım. Türk Havayolları ile sorun olmadan İzmir’e uçmuş ve Hava Lisan Okulu misafirhanesinde konaklamam için yer bulmuştum. Sınava uçuş yorgunluğum geçmiş olarak 2 gün sonra girdim. Kompozisyon sınavında, verilen bir konu hakkında belirlenen kriterlere uygun olarak İngilizce yazı yazmamız gerekiyordu. Bu 2 sınavın toplam puanı belli bir puanda olur ise ancak sözlü sınava girmeye hak kazanılıyordu, öyle sanıyorum ki minimum 45 puan olması gerekiyordu. Ben ilk aşamadaki genel test ve kompozisyon sınavlarından geçerli not almış ve son aşama olan sözlü sınavdan da geçerli not alarak genel dil sınavından toplam 60 puan almıştım.
İzmir’de katıldığım Genel Dil Sınavının test aşamasından sonra Ankara’ya gitmiştim. Çünkü silahlı kuvvetlerde yurtdışı kurs dönüşü bağlı olduğumuz kuvvetin Yurt Dışı Kurslar şubesine görünmek ve bazı evrakları teslim etmek mecburiyeti vardı. Ankara’da Hava Kuvvetlerindeki işlerimi bitirip otobüs ile Malatya’ya dönmüştüm.
Katıldığım bu kursta günlük harcırah alıyordum. Kurs dönüşü hiç de azımsanmayacak kadar para tasarruf etmiştim.
GÜLE GÜLE İLK GÖZ AĞRIMIZ HACI MURAT
Eşimle konuşup yeni bir araba almaya karar verdik. Bu sefer ekonomik olarak daha güçlüydük ve Renault’ un Toros modeline karar vermiştik. Bahsi geçen 1990 lı yıllarda araba almak yatırım yapmak anlamına geldiği için, araba üreten fabrikalar hem az üretim yapıyorlar hem de talep fazla olduğu için karşılayamıyorlardı. Yani özetle bütün Türkiye bayilerinde satılık araba var mı diye araştırıyorduk. Bayilerin çoğu kapora alıp sıraya yazıyorlardı.
Ben sebebini hatırlamadığım bir nedenle Ankara’da bulunduğum bir zamanda Kızılay civarında bir Renault bayine girmiş ve kısa zaman içinde gelecek olan bir Toros için kapora vermiştim. Malatya’ya döndüğümde Murat 124 arabamızı kısa bir zamanda istediğimiz fiyata satmıştık. Yeni sahibi Erhaç Üssünde çalışan bir astsubay arkadaşımızdı. Arabamın tüm geçmişi hakkında bilgi vermiştim ve bir daha da ilk arabamızı görmemiştim. Elimizdeki paralar araba almak için yeterli değildi ve bir devlet bankasından taşıt kredisi kullanmıştım.
Önce, bankada kredi, evrak işlemlerini tamamlamış ve satıcının hesabına geçecek şekilde beklemeye alınmıştı. Bir süre sonra Ankara’daki Renault bayisinden aracın geldiği haberi üzerine arabayı almaya gittim. Otobüsle bir gün önceden gittim ve ertesi gün satış işlemlerini ve ödemelerimi yapıp arabayı aldım. Malatya için seyahate başladım.
O zamanlarda yeni arabaların standart donanımında radyo-teyp isteğe bağlı olduğu için arabamda radyo-teyp yoktu. Şu an ne kadar zamanda gittiğimi hatırlamadığım sürede Kayseri şehir merkezine 50km kala Trafik Ekipleri beni durdurdular ve yanlarında sivil kıyafetli bir polis arkadaşlarını Kayseri’ye götürmemi rica ettiler. Bu duruma çok sevinmiştim, çünkü çok yorulmuştum ve arabama aldığım polis arkadaşa çok yorulduğumu ve arabayı kullanmasını rica ettim. Bana verdiği cevap beni şoka sokmuştu. “Abi benim ehliyetim yok ki” demişti. Bu cevap üzerine sanki yıkılmıştım ve düşük süratle, emniyetli bir şekilde Kayseri’ye varmış ve çok ısrar ettiği için bana yemek ısmarlama davetini kabul etmiştim.
Akşam geç bir saatte Malatya Lojmanlarına emniyetli bir şekilde ulaşmıştım. Eşim ve çocuklarım beni park yerinde karşılamışlar ve arabamızı çok beğenmişlerdi.
Ertesi gün, kahvaltıdan sonra gün ışığında arabamızı görmek için park yerine gitmiştik. Park yerine vardığımızda hepimizi şok eden bir görüntüyle karşılaştık. Arabanın sol ön tarafından başlayarak arkaya kadar kalın ve sivri bir metal cisim ile çizildiğini görmüştük. Üzülmüştük doğal olarak bu durum karşısında. Lojman bölgesinde yeni alınan arabaları çizen bir grubun(çetenin) olduğunu duyardık, fakat insan kendi başına geleceğini tahmin edemiyor böyle bir şeyin olacağını. Üzüntümüz uzun sürmedi ve o günden sonra ne zamanki yeni bir araba aldık ve beklenmedik bir şekilde hasarlanması halinde hiç üzülmedik. Ne demişler” cana geleceğine mala gelsin”
Sevgiyle kalınız.