KAPTANIN KÖŞESİ/ BÖLÜM-35

O gün paraşüt atlayışı yapılmadı. Tüm aday öğrenciler şokta ve çok tedirgindi. Abdullah Aynaoğlu da tedirginler arasındaydı.Tuttum kolundan sakin bir yöne doğru yürümeye başladık. Artık “Balkes” “Maraş” demiyor isimlerimizle konuşuyorduk. Ben ona “Apo”, o da bana “Kara” diyordu. Konuşmaya başladık:-Biliyor musun Kara dedi; ben sülalenin tek erkek çocuğuyum, çok kıymetliyim yani. Bu kaza duyulursa Annemde Babamda beni buradan sürükleyerek alır götürürler…Ben kendiliğimden mi gitsem acaba?..–Bu kaza taa Balıkesir’den nasıl duyulacak Apo? Zaten askeri kazaları gazeteler yazmaz diyorlar. Ayrıca insanlar merdivenden düşerekte ölüyorlar be Apo…-Sen ne düşünüyorsun Kara?–Valla Apo; benim gidecek daha iyi bir yerim yok. Yarın paraşütsüz atla deseler bile atlarım.O günden sonra her gece kamptan büyük guruplar halinde kaçışlar oldu. Apo devam kararı verdi.Beş paraşüt atlayışımızı tamamladık. Uçuşlara başladık. İkimizde uçuşları başarı ile tamamlayarak Hava Harbiyeli olduk.Üç yıl okuduğumuz Hava Harp Okulunda Taburlarımız ayrı olduğu için aralıklı görüşebiliyorduk.Mezun olduktan sonra da uçuş okullarının T-34, T-37 eğitimlerinde de bir araya fazla gelemedik ama T-33 eğitiminde yine yan yana idik.T-33 uçuş eğitiminde Balıkesir’e intikale gitmiştik. Apo’nun ailesiyle tanıştık. Her iki haftada bir tüm devre olarak Apolara yemeğe gidiyorduk. Apo; ailesine beni nasıl anlatmışsa, Şükriye anne herkese “çocuğum” derken, bana “yaramaz çocuk”, İbrahim amcada “Keko” diye sesleniyordu.F-100 uçaklarıyla yaptığımız Av-Bombardıman kursunda da Balıkesir’e intikal etmiştik. O zaman ben yeni evlenmiştim. Evim de vardı ama; ” Aynaoğlu Otel Restorant” ta her şey bedava ve daha lezzetli olduğundan çoğunlukla orada ikamet ediyorduk. Bir gün İbrahim amca; “Ulan keko şu nüfus cüzdanını verde seni üstüme evlat yazdırayım” demişti.Konya ve Balıkesir’deki Av-Bombardıman kursunu da tamamladıktan sonra harbe hazır jet pilotu olarak, Apo Malatya’ya ben de Diyarbakır’a tayin oldum. Yaklaşık dört sene sonra Apo’nun Diyarbakır’a tayin olmasıyla tekrar buluştuk.Yeni evlenmişti. Aynı kendisi gibi güler yüzlü cana yakın bir eşi vardı, ismi Güzin’di.Hamilelik döneminde Güzin’i Balıkesir’e gönderdik. Orada doğurmak istiyordu. Apo her iki güne bir bizim evdeydi, konumuz “Barbaros” idi. Güzin, erkek çocuk doğuracaktı, adı şimdiden hazırdı; Barbaros…Abdullah Aynaoğlu anlatıyor biz dinliyorduk:-Şükriye anne bugün Güzin’in göbeğini mezurayla ölçmüş, “bu göbek tam erkek bebek göbeği” kızım demiş…-Şükriye anne bir keresinde kulağını Güzin’in göbeğine dayamış dinlemiş. Bebek çok şiddetli tekmeler atıyormuş. Aynı Abdullah’ımın benim karnımdaki tekmeleri gibi Kızım; bu bebek kesin erkek demiş…Adı da hazır zaten; “Barbaros”…Barbaros o kadar çok konuşuldu ki artık sloganlaştırdık:Ben; “Barbar” diye bağırıyordum,Diğeri “Os” diye…Apo da birleştiriyordu.”Barbaros…”Bizim evdeki yemekleri beğenmiyor; niye çok çeşit yok, Şehmuz’un burma kadayifi niye yok…-Apo şu nüfus cüzdanını ver de seni sığınmacı evlat diye nüfusuma geçireyim…–Yaa nasılmış, Şükriye annemin; “niye Höşmelim tatlısı” yok diye başının Eti’ni yiyordun, intikam…Her günümüz neşeli ve mutlu geçiyor ve Barbaros’u bekliyorduk.
Ali ALTUNAli Altun bizden bir devre sonra Hava Harp Okulu 1973 devresi idi. Ara tayinle Ankara’dan Diyarbakır’a bir nevi sürgün edilmiş, Kendisi daha gelmeden hakkındaki menfi söylentiler fazlasıyla gelmişti.Planlamaya göre F-100 intibak eğitiminin çoğunu birlikte uçacaktık.Paraşüt sırtımda uçuşa gidiyordum. Tam filo arabasına biniyordum ki; filoya doğru gelmekte olan uzun boylu birisi yüksek sesle bana sesleniyordu:-Abim; ben Ali Altun, Altun tanımadın tabi…-Bizim toprağımız aynı abem; Binboğa dağlarının kuzeyinde ben, güneyinde sen varsın.-Biz İnce Memet’in at sürdüğü yörelerdeniz.-Hatırlamadın mı?-İnce Memed bizim oradan kaçan Ağa’yı sizin orada, Hamit Çavuş’un konağında vurmadı mı?-Ben Sarız, sen Göksunlu değilmisin? Abeyy…Söylene söylene yanıma gelmişti, bana yukarıdan bakıyordu.”Hoş geldin ufaklık, akşam beraberiz kimseye söz verme” dedim. Katıla katıla güldü, gülmekten tamam diyemedi. “ufaklık” lafını çok tutmuş.Akşam birlikte Hava lokaline gittik, sakin bir masaya geçip oturduk, bir de ufak rakı söyledik.O; saatlerce konuştu ben de sabırla dinledim. Çok dertliydi, çooook.Yüksek rütbeli bir subay kızıyla arkadaş olmuşlar. Sevmişler de birbirilerini. Sonra iş ciddileşmiş, söz, nişan konuşulmaya başlamış. Ali Sarız’dan anasını babasını çağırmış. İki ailenin görüşmesi sırasında; Ali anasının dallı basma fistanı ile babasının sekiz köşe şapkasının horlandığını hissetmiş, çok alınmış. Daha sonraki görüşmelerde de kendisini iç güveysi gibi görmeye başlayınca tartışmalar, tatsızlıklar olmaya başlamış. Fazla uzun sürmemiş ve ayrılmışlar. Kızın babası bütün imkanlarını kullanarak bizim ufaklık Ali’yi Diyarbakır’a sürgün ettirmiş. Filoya gelen bilgiler daha farklıydı ama ben Aliye inandım.Uçuşlara başladık. Ali her yönüyle çok iyi idi. Ben de ona göre yüksek notlar veriyordum.Abey dedi bir gün, Eğitim subayımız birkaç güne bir senin doldurduğun, benim uçuş formlarımı görmek istiyor, neden?Bir kırmızı (düşük not) yakalasalar defterini düreceklerde ondan ufaklık…Biz Ali’nin F-100 intibak eğitimini başarıyla tamamladık. Ali gündüz şartlarında yapılacak tüm görevlerden harbe hazır olmuştu. Geriye birkaç sorti gece uçuş eğitimi kalmıştı o da planlanıyordu. Ayrıca bir de hava-hava ve hava-deniz atış görevleri vardı, o da İncirlik intikalinde yapılacaktı.Sevgiyle kalınız.