ÇOCUKLUĞUMUZUN KIŞ MEVSİMLERİDeğerli Okuyucularım, şimdi sizleri çocukluğumun geçtiği 1960’lı yılların kış günlerine götürmek istiyorum. Daha önceki bölümlerde bahsettiğim gibi o yıllarda kış çok çetin geçerdi, yani günlerce kar yağar ve köyde adeta hayat dururdu. Mahalle çeşmesinden su doldurmak için saatlerce kar küremek ve çeşmeye ulaşmak zorunda kalırdık. Daha sonraki günlerde kar yağışının durması ile güneş açar ve karlar erimeye başlardı. İşte tam burada biz de bu kış günlerini eğlenceli bir şekilde değerlendirirdik.Yaşadığımız o yıllarda her evde çok kalabalık nüfus yaşardı ve temel gıdaların başında mısır ekmeği ve mısırın kullanıldığı yiyecekler gelirdi. Bu nedenle her evin önünde çiftlik dediğimiz yani sebze ve mısır ektiğimiz alanlar mevcuttu. Bu alanlar kış aylarında tamamen karla kaplanır ve bizler için günümüz kayak merkezlerini aratmayacak bir piste dönüşürdü. Çiftlikte, daha önceden bahsettiğim gibi imece usulü ile mısır ekilir, ekilen mısırların arasına fasulye, kabak ve salatalık da ekilirdi. Bu mahsuller zamanı gelince toplanır, mısırları koçanlarından ayırmak için akşamları ayrı bir imece düzenlenir, mısır kelleleri kurutulması için hazır hale getirilirdi. Mısırların yeşil koçanları(kabukları) ise ineklerimizin yallarına(yiyeceklerine) katılıp kaynatılırdı. Çiftlikten toplanan fasulye ve salatalıklar kış yiyeceği olarak “gelder” dediğimiz tahtadan yapılan büyük fıçılarda turşu kurulurdu. Gelder sert tahtadan, yanılmıyorsam kestane ağacının 5cm eninde tahtalarının yan yana getirilip fıçı yapılması ile olurdu. Köyde bu işleri tamamen el aletleriyle yapan çok değerli büyüklerimiz vardı. Kabaklar ise yığınlar halinde depolanırdı.Karadeniz’de her evin olmazsa olmazları olan fındık kurutmak için harman ve mısır, turşu, kabak, kış meyveleri ve fındık çuvallarının vb. gibi bir evin kışlık ihtiyaçlarının depolandığı (fare ve sincaplardan korunduğu), yöresel olarak değişik isimleri olan ama benim köyümde “serenti” olarak bildiğimiz, ağaç direkler üzerine ahşaptan yapılmış tek odalı yapılar vardı. Hala da birçok evin kapısında mevcuttur.
Resimde klasik bir serentinin resmini görüyorsunuz, zira internette çok değişik şekillerde yapılmış marangozluk harikası olan serentiler görebilirsiniz. Resimde gördüğünüz gibi ağaç direklerin üstlerine takılmış, tekerlek gibi yuvarlak ve tahtadan yapılmış şeyler fare ve sincapların tırmanmasını önlemek içindir. Hatta o tekerleklerin etrafına 20cm eninde teneke sarılması gerekiyordu ki tırmanmayı önlesinler diye.
MODERN ZAMANA YENİLDİK Mİ ACABA! YA DA….Bir hane halkının olmazsa olmazları olan bu güzellikler ne yazık ki maalesef bir bir zamana yenik düştüler. İlk önce köylerde bir hanenin geliri tüm yaşayanlara yetmez oldu ve şehirlere göçler başladı. İmece usulü ile bir araya gelen ve sosyalleşme ihtiyaçlarını gideren köylülerimiz birbirlerini ancak düğünlerde ve cenazelerde görür hale geldiler. Köylerimizin nüfusu azaldığı için hayvancılık ve tarım ile uğraşacak genç nüfus olmadığından yumurtanın bile marketlerden alındığı bir döneme geldik. Ne yazık ki köy halkımız şehirler de pişirilen buğday ekmeği ile buluştu, her mahallede var olan ve mahalle halkının kullandığı fırınlar artık kullanılmaz hale geldiler. Mısır ürününe artık ihtiyacı olmayan köylüler evlerinin önündeki ekip biçtiği çiftliklerine fındık ocakları diktiler ve hiçbir zaman kabul edemeyeceğim modernleşme ya da sanayileşme adı altında bilinçli olarak yapılan bu radikal değişimin ne kadar yanlış olduğunu günümüzde çok daha iyi anlar duruma geldik. Diğer taraftan, 60 ve 70’li yıllarda nüfusumuzun %70’i köylerde yaşarken günümüzde %80 şehirlerde yaşamaya başladık. Böylece şehirleşme adı verilen bu değişimin yanlış olduğunu gıdalara erişmenin pahalı ve zor olduğunu görünce anladık. Ümit ediyor ve diliyorum ki kısa zamanda şehirden köylerimize göç olsun, tarım ve hayvancılık eski günlerine kavuşsun.Yukarıda resmini gördüğünüz serenti ye bizim köyde “bastak ya da basdak” diye bilinen yani ağaçtan yapılmış merdivenler ile çıkılırdı. Bu bastakların boyu serentinin eğimine göre değişirdi. İşte bu bastaklar kış mevsiminde bizim en iyi oyuncağımızdı. Bu bastakları kışın karların donduğu, eğimli çiftlikler de ve özellikle sabah saatlerinde kayak için kullanırdık. Öğleden sonra güneş karları yumuşattığı için bastaklarla kayak yapılmazdı. Bu bastaklara birkaç kişi bile bindiğimiz oluyordu, bazen kazalar da oluyordu. Aslında plastik leğenler köylerde kaymak için çok uygundu ama öyle sanıyorum ki bizim zamanımızda banyo yapmak için kullandığımız leğenler tenekeden yapılmıştı ve bir ev için çok değerliydi, asla bu leğenleri kullanamazdık. Benim ilkel şartlarda da olsa kayakla tanışmam küçük yaşlarda böyle başladı ve her sene kar yağdığında mahallemizden arkadaşlarımla bu faaliyeti yapardık.
KAYAK MACERAM BİTTİŞimdi geçen hafta Uludağ’da kaldığımız yerden yazılarıma devam ediyorum. Ben, eşim ve çocuklarımla 2 saatlik yoğun ve yorucu olan kayak kursunun sonun-da telesiyeje binerek zirveye çıktık. Öyle hatırlıyorum ki zirveye çıktığımızda hemen kaymadık ve hem o muhteşem kar manzarasını doya doya seyretmek hem de biraz olsun heyecanımızı yatıştırmak için oyalandık. Zira aile olarak hepimiz hayatımızda ilk kez kayak yapacaktık. Nihayet kayma zamanı geldiğinde ve heyecanımız biraz daha yatıştığında önce kim kaymaya başladı hatırlamıyorum ama birlikte kaymaya başladık. Bir süre sonra kızım ve oğlumun hızla bizden uzaklaştığını hatırlıyorum, biz ise yavaş yavaş kar sapanı hareketleriyle ayakta kalmaya(düşmemeye) çalışıyorduk. Askeri tesislerin kayak pistinin yarısına gelmiştik ve aslında süratli de değildim ve nasıl olduğunu hatırlamıyorum ama birden kendimi yerde buldum ve yuvarlanmaya başladım. Sağ ayağımdaki kayak ilk anda çıktı ama sol ayağımdaki kayakla birkaç kere döndüm ve nasıl durdum hatırlamıyorum. Sol dizimde çok ağrı vardı ve şu an düştüğüm yerden otele nasıl gittiğimi hatırlamıyorum.Haftaya buluşmak üzere, sevgiyle kalınız.