KARANLIKTA DÖVÜŞENLER

Türkiye, 2024 yılının başlamasıyla beraber güney-kuzey ekseninde Kızıldeniz’den Rusya’nın St. Petersburg kentine, doğu-batı ekseninde ise Pakistan’dan Bosna-Hersek’e kadar potansiyel çatışma, sıcak çatışma, asimetrik tehditler ve terör eylemleri fırtınası içerisinde buldu kendini. Vaziyetin genel görünümü, 1991 yılının sonunda SSCB’nin dağılmasının hemen ardından Bosna-Hersek, Çeçenistan, Irak, Abhazya, Sri Lanka, Somali merkezli uluslararası ve iç çatışmalardan oluşan kaosun daha karmaşık bir halini andırıyor. Günümüzün çatışmaları, küresel ekonominin kaynaklarını daha doğrudan hedef alır nitelikte. Ülkeler birbirlerine karşı balistik füze kullanmaktan imtina etmedikleri gibi savaşın maliyetini düşüren insansız hava ve deniz araçları artık jeopolitik mücadelenin doğal bir parçası. Terörizm ise vazgeçilmez bir oyuncu olarak sahnedeki yerini koruması bir yana “yükselen değer” niteliğinde
HASIMLAR VE MÜTTEFİKLER BİRBİRLERİNE KARIŞTIHasımların ve müttefiklerin birbirine karıştığı, karanlıkta kimin kime vurduğunun belli olmadığı bu dövüşte, Türkiye’ye karşı terör kartını kullanmaktan usanmayanlar var. Bunun taze örneğini 28 Ocak 2024 günü İstanbul’un Sarıyer ilçesindeki Santa Maria Kilisesi’ne düzenlenen saldırıyla bir kez daha tecrübe ettik. Maskeli iki kişi Pazar ayini sırasında kilise binasının kapısından girdikten sonra arkalarından gelen Murat Tuncer Cihan’a da kapıyı açıyorlar. İkinci kapıdan geçerek kilisede ayinin sürdüğü kısma geçen Cihan’a ateş ediyorlar ardından güvenlik kamerası görüntülerinden anlaşıldığı kadarıyla en azından tabancalarından birinin tutukluk yapmasıyla olay yerinden kaçıyorlar. Saldırının üzerinden 12 saat geçmeden yakalanan iki şüpheliden birinin Tacikistan diğerinin ise Rusya vatandaşı olduğu belirlendi. Murat Tuncer Cihan’ın hayatını kaybettiği ve DEAŞ terör örgütünün bir yayın organı tarafından üstlenilen bu saldırının üzerinde, Türkiye’nin karşı karşıya olduğu tehditleri anlamak bakımından uzun uzun durmak gerekiyor. 22-23 Aralık tarihlerinde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Irak’ın kuzeyindeki üs bölgelerini hedef alan PKK/YPD-YPG saldırılarının ardından DEAŞ terör örgütü de hortla(tıl)mıştı. Aralık ayının son haftasında İstanbul, Ankara, Balıkesir, Bolu, Düzce, Kırşehir, Konya, Sakarya ve Samsun’da yürütülen eş zamanlı operasyonlarda 39 adrese baskın yapılarak Irak, Suriye ve Fas uyruklu 32 şüpheli yakalanmış, bu kişilerden 25’i tutuklanmıştı. Bu kişilerin Türkiye’deki sinagoglar, kiliseler ve Irak Büyükelçiliği’ne saldırı hazırlığı yaptıkları belirlenmişti. İstanbul’daki son terör saldırısını da seçilen mekan ve kullanılan yöntemler olmak üzere iki başlık altında incelemek yerinde olur. Öncelikle bu saldırı bana 5 Şubat 2005’te Trabzon’da İtalyan Katolik Kilisesi rahibi Andrea Santaro’nun öldürüldüğü silahlı saldırıyı anımsattı. Ve ardından 8 Nisan 2007’de Malatya’da Hristiyan misyonerlik faaliyetleri yürüttükleri gerekçesiyle Zirve Yayınevi’nde öldürülen Alman Tilman Ekkehart Geske, Necati Aydın ve Uğur Yüksel’i.
TERÖR ÖRGÜTLERİ İBADETHANELERİ NEDEN HEDEF ALIYOR? İlginç bir soru olarak aklıma şu geliyor: el Kaide ve DEAŞ terör örgütleri Avrupa, ABD hatta Hindistan’da düzenledikleri saldırılarda mesela neden Milano Katedralini, Londra’daki Westminster Kilisesi’ni ya da New York’taki Aziz Patrik Katedrali’ni yani anıtsal ibadethaneleri hedef almaz da, Kuzey Afrika’da sinagogları, Mısır’da Kıpti kiliselerini, Irak’taki Katolik cemaatinin kiliselerini, Türkiye’deki kilise ve sinagogları, Afganistan ve Pakistan’da camileri hedef alırlar? Bence ilginç bir soru. İspanya’da trenleri, ABD’de uçakları, İngiltere’de metro sistemini ve belediye otobüslerini, Mumbai’de ana tren garını hedef alan el-Kaide tabanlı terörizm, İslam ülkeleri söz konusu olduğunda ibadethaneleri vurmayı tercih ediyor. Herhalde bu tercih ibadethanelerin hedef alındığı ülkeleri istikrarsızlaştırma hedefiyle doğrudan ilintili olsa gerek.
ADETA GÖĞE ÇEKİLİP YOK OLAN TERÖRİSTLERİbadethanelerin hedef alınması fikri beni bu noktada 1986 yılına götürdü. Gençlerimizin hatırlaması mümkün olmayan, orta yaş üzerindekiler arasında da pek az kişinin hatırlayacağı bir terör saldırısına… 6 Eylül 1986 İstanbul’daki Neve Şalom Sinagogu’na düzenlenen saldırıda 20’si Türkiye yahudisi ikisi mülteci İran yahudisi olmak üzere 22 kişi öldürüldü. Saldırı biçimi itibarıyla da şaşırtıcıydı. Cumartesi sabahı 09.17’de sinagoga giren ve 2 kişi oldukları iddia edilen teröristler önce otomatik silahlarla ateş açıyorlar, daha sonra öldürdükleri kişilerin üzerine benzin döküp ateşe veriyorlar. Finalde ise üzerlerindeki bombaları patlatarak kendilerini de öldürüyorlar. Ancak o döneme dair gazetelerde bir inceleme yapılacak olursa 2 teröristin sinagogun arka kapısından çıkarak kaçtıkları iddiasına da rastlamak mümkün. Nitekim bu terör eyleminin faili olarak hemen Filistin el Fetih hareketinden ayrılmış olan Ebu Nidal grubu işaret edilmiş olsa da, teröristlerin kimliklerine, hangi ülkeden geldiklerine ve hangi örgütle bağlantılı olduklarına dair bugün dahi resmi bir açıklamaya ya da bilgiye rastlamak mümkün değil. Saldırganların iz bırakmadan ortadan kayboldukları provokasyon amaçlı bir başka terör eylemini de hatırlatayım. 12 Mart 1995 günü İstanbul’un Gazi Mahallesi’nde dört kahvehane ile bir pastaneye, gasp edilen bir taksiden ateş açılması sonucu 1 kişi ölmüş, 25 kişi yaralanmıştı. Bu terör eyleminin ardından İstanbul polis, asker ve vatandaşların karşı karşıya getirildiği günlerce süren bir kaosla yüzleşmek zorunda kalmış, olayın failleri ise adeta buharlaşıp yok olmuşlardı. Olayları başlatan saldırıda silahı kullanan kişilerin bir Orta Asya ülkesinden gelip aynı gece Türkiye’yi terk ettikleri yönündeki istihbari bilgiler daha sonra ne şekilde değerlendirildi bilemiyorum.
TEDAVÜLE SOKULAN YENİ TERÖR HÜCRELERİOrta Asya demişken, son 1 aydır gerek Türkiye’de gerek bölgemizde meydana gelen terör eylemleri ve şüpheli olayların Orta Asya ile bağlantısı da dikkat çekmekte. Bu sürecin aslında 31 Aralık 2016 gece yarısı İstanbul’daki bir eğlence mekanında 39 kişinin öldürüldüğü saldırının sorumlusu Özbekistan uyruklu Abdulkadir Masharipov ile başladığını vurgulamalıyız. Burada amacım Orta Asya devletlerinin hükümetlerini ya da halklarını itham etmek değil, bunun altını çizmek isterim. Ancak ortada farklı bir gelişmenin olduğu da aşikar. 3 Ocak 2024 günü İran’ın Kirman kentinde düzenlenen intihar saldırılarının faillerinin Tacikistan vatandaşı olmaları, 8 Ocak’ta Fatih Camisi İmamı Galip Usta’ya öldürme kastıyla bıçaklı saldırı düzenleyen Ömer Salgın’ın Tacikistan ile bağlantıları olduğu yönündeki iddialar ve son olarak Santa Maria Kilisesi’ndeki saldırganlardan birinin Tacikistan diğerinin Rusya vatandaşı olması…
İSTANBUL’DA HEDEF TÜRKİYE’NİN DIŞ POLİTİKASI MIYDI? İnternette yayın yapan 10Haber’den Ersin Eroğlu imzalı 31 Ocak tarihli haberde ise terör eylemine dair başka dikkat çekici bilgiler de vardı. Saldırganların kiliseye gelmek ve kaçmak için kullandıkları araç 1 yıl önce Türkiye’ye sokulmuştu ve Polonya plakalıydı. Daha da ilginci saldırı sırasında Polonya’nın İstanbul Başkonsolosu Witold Lesniak’ın da eşi ve 2 çocuğu ile kilisedeki ayine katılmış olmasıydı. Tesadüflere inananlar için bile bu kadarı fazla olmalı. Şimdi, Ukrayna’ya askeri destek verilmesinde önemli rol oynayan ve NATO’nun doğu kanadının karargahı haline gelmiş Polonya’nın bir diplomatının İstanbul’da Tacikistan ve Rusya vatandaşı iki terörist tarafından öldürülmesi halinde neler olabileceğini düşünelim. Şurası açık ki, birileri Türkiye’nin bölgesinde denge unsuru olarak yürüttüğü diplomasiyi temellerinden dinamitlemenin peşinde. Bunu yaparlarken de daha önce Kuzey Afrika ya da Ortadoğu’daki çatışma bölgelerinde bulunmamış, Avrupa’ya giriş çıkış yapmamış, istihbarat ve polis örgütlerinde kaydı olmayan, iletişimleri istihbarat servislerinin radarına girmemiş, muhtemeldir ki kendi ülkelerinde de herhangi bir eylem kaydı olmayan Orta Asya devletlerinin vatandaşları tercih ediliyor. Tesellimiz ise saldırganların 12 saat içerisinde yakalanmaları, kullandıkları silahlardan en az birinin ise attıkları ormanda 48 saat sonra bulunmuş olması. Bazı basın organlarına yansıyan görseller doğruysa ele geçen tabanca sonradan gerçek mermi atacak hale getirilmiş bir silah. Belki de bu özelliği tutukluk yapmasını sağlayarak daha fazla can kaybı yaşanmasını engelledi. Teröristlerin kullandığı araç ise yine saldırıdan iki gün sonra plakaları sökülmüş olarak İstanbul Beylikdüzü’nde ele geçirildi. Santa Maria Kilisesi saldırısı tek bir can kaybı ile atlatılmış olsa da, içerisinden geçtiğimiz karanlık dönemde yolumuzu aydınlatacak pek çok ipucu barındırması itibarıyla, üzerine fazlaca kafa yorulması gereken bir vaka niteliği taşıyor.