KEŞKE

“Fukaranın düşkünü beyaz giyer kış günü” sözü misali; hayatın içinde müzisyenin de şairin de yazarın da ressamın da düşkününe rastlamak pek mümkündür.Örnek vermesi kolay… Müzisyenin düşkünü yazıverir sosyal medyaya; “Herkes konser tarihimizi soruyo”!! Hadi len! İki kişi sormuşsa, adam diğilim!!Veya… Yazarın düşkünü konuşuverir boş boş; “Umumi istek üzerine değiniyorum”!! Yok yaa! İki kişinin umrundaysa o konu, namerdim!!Saatler sürer, uzatmiyim.***Geçenki yazımda şehrimizin batısından ve doğusundan söz eyledim bi biçimde. Ne yazdığımı şuan için anımsamadım ama yazdım işte.Bu kez merkezi yazacam.Yo, bi Allah’ın kulu salık vermedi. Kimseler talep de etmedi. Paşa göynüm için tamamen.***Belki yarım asır önce, sadece Kızılay Gima mağazası var iken Ankara’da, Çıtlakkale sahilindeki bi bakkal dükkanında da Gima tabelası asılıydı. Kimdi o abimiz? Sağ ise ve bu sayfayı okuyorsa beni aramasını çok isterim valla. Büyük cesaret!İşte; batıda o bakkal, doğuda Hacı İsiin Hamamı, güneyde Sütlaş Köprüsü. Şehrin merkezi burasıdır. Girasun yani.(Giresun diye diye şehrin her işi kötüye gitti. Giresunspor bile küme düşe düşe bi hal oldu).Bu sınırların dışında kalan her yere New Giresun, Mega Giresun falan, ne kadar uydur kaydır ad varsa verselerdi. Oralarda ne halt yerlerse yeselerdi.Şehr-i Canan’a dokunmasalardı keşke.***Fransa, Avusturya ve Rus Konsoloslukları dursaydı yerlerinde örneğin. Ekmek almaya evden çıkmışken Konsolos Bey ile nazikçe selamlaşabilseydik.Sokaklarımız Gıymalı yapılan taş fırınlarla dolup taşsaydı. Onbinlerce turistin midesi bayram ederdi, pidemizi ve yanında turşu diblemizi yerken. Pizza nedir, Roma neresidir, Allahaşkına?Bağnazlık yapıp yıkmasaydık gayrimüslim hemşerilerimizden kalan nice tarihsel yapıtı.Tenis kortu kalsaydı Sokakbaşı’nda.Mehmetçiklerin kışlası taşınmasaydı Debboy’dan.Tüm okullar yine şehrin göbeğinde olsaydı.Hükümet Konağı diye muhteşem bi bina var kardeşim. Halen de dünyada eşi benzeri yoktur o güzelliğin. Denize tepeden bakar, aynen Osman Ağa gibi. Betonlara koyacağımıza Vali Bey’lerimizi, Emniyet Müdürlerimizi, Rektörlerimizi falan, o makamda oturtsaydık hep.Di mi?***İki katlı, taşlık denen önavlulu, ağaçlarla bezeli arka bahçeli, kuyulu-sarnıçlı evlerimiz yok edilmeseydi.Evlerinde piyano olan, plakçalar bulunan o asil ailelerin çocukları şehre küstürülmeseydi.Doğumevi hiç gitmeseydi Saytaş’ın tepesindeki yerinden, tüm çocuklar saçma saçma yerlerde diğil, Girasun’un göbeğinde doğsalardı yine, ki mertebedir, herkese nasip kılınmaz.İki itfaiye aracı, bi ambulans yetseydi tümbi şehre.Sanırım Anadolu’da ilktir, kapanmasaydı Öğretmen Okulu Radyosu.Aynı anda var olan 3-4 tane yazlık sinema… Aynı anda var olan 3-4 tane orkestra…Aynı anda var olan 3-4 tane balık lokantası… Yine olsalardı.Di mi?***Şehrin girişini çıkışını, sağını solunu kiraz ağaçları ile süslerdik bi de. Mis gibi kokardı tüm coğrafya. Ana vatanı diğil miyiz? Elimizi tutan mı var?Fiskobirlik mağazaları ile donatıp ana caddeyi, fındık ve fındık ürünleri satışı yapsaydık, elin fındık nedir görmemişlerine. Başkenti diğil miyiz?İşte tüm bunları koruduktan sonra bi anlamı olurdu;Andımızın,Ne mutlu Türk’üm diyene dememizin,Cumhuriyet Balomuzun,Atatürk’ün evladı oluşumuzun.Şimdi yok.