Son haftalarda Yeşilgiresun gazetesinin bu köşesinde, Türkiye ile ABD arasındaki müttefiklik ilişkisinin sorgulanmasına vesile olacak vakaları sıkça gündeme getirdim. Çünkü gün geçmiyor ki, İkinci Dünya Savaşı’nı takip eden, Birinci Soğuk Savaş sürecinde kurduğumuz müttefiklik ilişkilerinde soru işaretlerine yol açmayan yeni vukuat yaşanmasın. Müttefiklerimizin enerji ve ticaret yolları nedeniyle bizimle Kafkaslar’da ve güney sınırlarımızda sorunları olduğu aşikar. Ancak sorunların en acili kuzeyde, Karadeniz sularında yaşanıyor. Rusya’yı çevrelemek için Finlandiya’yı NATO ittifakına katan, İsveç’i de çevreleme operasyonuna dahil etmek için Ankara’ya tam saha pres uygulayan ABD-İngiltere ikilisi, bu sürecin eksik parçası olan Karadeniz’e de sızmak için çareler aramakta. İki hafta önceki yazımda, ABD’nin 2024 savunma bütçesine, Karadeniz için eklediği ödenek ve planlardan bahsetmiştim. ABD’nin nezdinde Karadeniz’de yaşadığı problemlerin kaynağında 1936 tarihli Montrö Sözleşmesi yatmakta. Mustafa Kemal Atatürk döneminin dış politikadaki en büyük kazanımlarından olan Montrö Boğazlar Sözleşmesi, Karadeniz’in 79 yıldır küresel bir çatışma alanı olmamasında önemli rol oynadı. İkinci Dünya Savaşı’nda Türk Boğazlarını geçemeyen Nazi Almanyası Karadeniz’de savaşabilmek için özel olarak imal ettiği denizaltılarını parçalara ayırmış, Tuna Nehri ve karayolu vasıtasıyla Romanya’ya getirmek, Köstence’de monte ederek denize indirmek zorunda kalmıştı. Nazi Almanyası Sovyet topraklarından çekilirken ise bu denizaltıların mürettebatları araçlarını batırarak Türkiye’ye teslim oldular. Amerika Birleşik Devletleri herhalde, İkinci Dünya Savaşı öncesindeki gerilimli ortamda tartışma konusu olan Türk Boğazları’nın statüsüne dair tartışmalara katılmadığı ve Montrö Sözleşmesi’ne taraf olmadığı için bugün başını taşlara vurmakta. 1936 tarihli bu anlaşma, ABD’nin kendi ulusal güvenliği ile doğrudan ilgili olduğunu öne sürdüğü Karadeniz’e, arzu ettiği ölçüde musallat olamamasının önündeki en ciddi ve hukuki engel. Ancak bu engeli aşmak için Washington’un, yılın ilk haftasında İngiltere üzerinden bir deneme daha yaptığına tanık olduk. İngiltere, ki Montrö Sözleşmesi’nin taraflarından biri olmasına rağmen, iki mayın tarama gemisini Ukrayna donanmasına devretmek amacıyla Türk Boğazlarından geçirme teşebbüsünde bulundu. Ankara, savaş zamanında gerilimi önleme hakkını kendisine tanıyan Möntrö Sözleşmesi’nin 19’uncu maddesine dayanarak iki geminin Karadeniz’e geçişine izin vermedi. Ancak İngiliz basını, kendi ülkelerinin anlaşmanın tarafı olduğundan bihaberlermiş gibi pozlar içerisinde, neredeyse Türkiye’yi Rusya yanında taraf tutmakla itham eden söylemler içeren haberler yaptı. Oysa 2022 yılında Türkiye, savaşın şiddetlenmesiyle beraber ilgili tüm ülkeleri savaş gemilerinin boğazlardan geçiş taleplerinin kabul edilmeyeceği konusunda uyarmıştı. Görünen o ki ABD-İngiltere ikilisi önümüzdeki aylarda Montrö Sözleşmesi’ni aşındırma girişimlerine yenilerini eklemeye devam edecekler. Karadeniz’deki görece barış ikliminin muhafazası için Türkiye’nin üzerindeki sorumluluk giderek artıyor.
ABD GİBİ DOSTU OLANIN DÜŞMANA İHTİYACI VAR MI? Yaklaşık 3 haftadır siz değerli okuyuculara Türkiye-ABD ilişkileri tarihindeki sıradışı “müttefiklik” ilişkilerinden örnekler vermeye gayret ediyorum ama kısıtlı yerimiz nedeniyle ancak bu hafta buna imkan bulabildim. Bu örnekler ayrıca ilgililer için faydalı okuma kaynakları da olacak. İlk örneğimiz Levent Başara ve Serhat Güvenç’in 2023 son günlerinde yayımlanan “Çelik Kanatlar Kıbrıs Üzerinde” isimli eserlerinden.Emekli Hava Uçak Bakım Yüzbaşı Şahamettin Aydın’ın anlatımıyla Kıbrıs Barış Harekatı sırasında İncirlik’te yaşanan bir olayı okuyacaksınız. Harekat sırasında Adana İncirlik Üssü avcı-bombardıman filolarımız tarafından kullanılmaktadır. Türk askerinin Amerikan tarafına geçişi yasaktır ancak Amerikan askerleri Türk tarafına geçebilmektedir. Şahamettin Aydın, Türk uçaklarının arasında gezen bir ABD askerini tespit eder. Asker elindeki kağıda notlar almaktadır. Olay soruşturulunca şu ortaya çıkar. Amerikan askeri Kıbrıs üzerinde operasyona giden Türk uçaklarının numaralarını kaydetmektedir. Bu numaraları, kontrol kulesinde Türk personelle çalışan bir başka Amerikan askerine iletmekte, o da Türk uçaklarını numaralarını Rumlara geçmektedir. Peki Rumlar bu numaraları ne için kullanmaktadır? Ada üzerine gelen Türk uçaklarının telsiz frekansına giren ve iyi Türkçe konuşan Rumlar, pilotlarımızı yanlış hedeflere yönlendirmeye çalışmaktadır. İkinci örneğimiz yine 2023 yılında yayımlanan bir başka kitaptan. Kitabın ismi “Türk İstihbaratı ve Soğuk Savaş”, yazarı Egemen Bezci. Olayımız ise şu şekilde gelişmekte: 1950’lerin başından itibaren Amerikan Atom Enerji Tespit Sistemi altında faaliyet gösteren Amerikan Hava Kuvvetleri Teknik Uygulamalar Merkezi ( AFTAC) akustik ve sismik yöntemlerle Sovyetlerin nükleer faaliyetleri hakkında veri toplamaya başlamıştır. Bu yöntemler havadan ve yerden parçacık ölçümleme gibi teknikleri kapsıyordu. Ankara, AFTAC’ın faaliyetleri için ideal konumdaydı. AFTAC’ın Ankara’daki 301 numaralı üssü Slipstream koduyla anılıyordu ve Sovyet nükleer deneme üssü Kapustin Yar’dan ( Hazar Denizi’nin Kuzey batısında ) gelen parçacıklar rüzgarla Anadolu’ya ulaşmaktaydı. Türk hükümeti AFTAC’ın çalışmalarından haberdar edilmiyordu. dahası bu üste bulunan bazı ekipmanlar envanterde dahi gösterilmiyordu. Hangi ekipmanlardı bunlar? Yaklaşık 1 yıl önce ABD semalarında ortaya çıkan ve casusluk amacıyla kullanıldıkları ileri sürülen Çin’e ait meteroloji balolarını hatırlayın. ABD bu yöntemi günümüzden 68 yıl önce Sovyetlere karşı kullanıyordu ve Türk hükümetine haber vermeden bunu Ankara’dan yürütüyordu. Yani Sovyetler üzerinden geçecek balonlar Türkiye’nin başkentinden havalanıyordu. Bu, Sovyetler tarafından tespit edilmesi halinde Ankara-Moskova ilişkilerinde derin krizi yaratacak bir vakaydı. 1955-1959 yılları arasında ABD’nin Ankara Büyükelçiliğinde Siyasi Müsteşar olarak görev yapan Wilbur Chase bizzat anılarında meteoroloji balonu görünümlü bu araçların üzerinde casusluk amaçlı mercek ve kameraların olduğunu, hatta Sovyet sınırını geçemeyen balonları da büyükelçilik bahçesinde depoladıklarını söylüyor. Moskova’nın bir şekilde bu balonları tespit etmesi üzerine ABD yönetimi özür dileyince Türkiye de bu operasyondan haberdar oluyor. İşte sizlere Türkiye-ABD “müttefiklik!” ilişkileri tarihinden iki kesit. İmkanımız olursa haftaya başka örneklerle de bu konuya devam edeceğiz. Sağlıcakla kalın.