Yine kalbi kırık kelimelerin yine boynu bükük. Yine yarım cümleler yine eksik. Yine kayıp anlam yine yitik.Kaç rengi var bilmiyorum sevdanın, kaç yolu, kaç canı, kaç sesi? Kaç noktası var sevdanın, kaç virgülü, kaç ünlemi, kaç soru işareti bilmiyorum. Ne kadar parantez gerekir sevdaya ne kadar tırnak bilmiyorum.İnsan oturup saatlerce bakabilir denize ya da laciverdi bir gecede gökyüzüne. Yürüyebilir insan saatlerce güz yağmurlarının altında sırılsıklam olmuş bir halde. İnsanı insan kılan duygu sağanaklarına, düşünce fırtınalarına karşı vermiş olduğu sınavdır. Ve her sınav mutlaka yüzde yüz başarıyla ya da yüzde yüz başarısızlıkla sonuçlanmaz. Çoğunlukla da kaybederken kazanır ve kazandığımızı düşünürken de kaybederiz de pek farkında olmayız. Doğrular kadar yanlışlar da gerek insana. Gülmek ne kadar insancaysa ağlamak da bir o kadar insancadır. Güçlü olabildiği kadar zayıf da düşebilir insan; yanlış yollara da sapabilir. Çünkü insan olmak yaşamın tüm renkleriyle boyanabilmeyi ve bu renklerden kendisine en çok yakışanını ve en uygununu bulmayı gerektirir. Kimseye altın tepsi içinde sunulmaz yaşam ve kimse bu tuhaf dünyada yalnız değildir. Nasıl yorumlanırsa yorumlansın her insan kendi hayatının kahramanıdır. Her türlü karşılaştırma, kıyaslama, benzetme ve aşırı yorum beklenilenin aksine hep olumsuzlukla ya da yıkımla sonuçlanmaya mahkumdur. Bakmayın siz istisnalara ve makyajlanarak sunulan marjinal mutluluk ve başarı öykülerine.Birbirinin kopyası yaşamların dayatıldığı, mutluluğun tarifinin hâkim güçlerce belirlendiği, başarı sınırlarının başkalarınca çizildiği ve kendince bir değerleme ve yüceltme mekanizmasıyla sahte dünyalar kurgulandığı yahut icat edildiği bir sistemde insanın en büyük koruyucu ve de destekçisi ancak ve ancak kendi vicdanının hayat bahşeden sesidir. Dıştan kuşatılmış, içten işgal edilmiş günümüz insanının sığınabileceği limanlar bile handiyse önceden belirlenmiş! ‘Truman Show’vari bir yaşamın içinde yuvarlanıp gitmek düşmüş cümlemize. Kaçımız kozasını yırtıp uçabilecek, kaçımız çemberin dışına çıkabilecek? Bizim adımıza her şeyi düşünen, bizim adımıza kararlar alan görünmeyen bir sistem kurulmuş! Bizler bu sistemin içinde küçücük çakıl yaşları olarak oradan oraya sürüklenip duruyoruz sadece. En fenası da zamanla buna ayak uydurup mekanik bir çarkın dişlileri gibi son kullanma tarihimizi bekliyoruz istemsizce. Ara sıra bazı güncellemeler yahut arızalar dışında belli bir rutinin dışına çıkmadan günü güne satıp yaşadığımız iddiasını haykırıyoruz bir sürü kalabalığının içinde.Adı ister modernizm olsun ister milenyum isterse de uzay çağı. Önemli olan bu komedide insanın kendini nasıl konumlandırdığı ve gerçekte tüm bu saçma sapan çılgınlığın gürültüsünden bir an önce sıyrılıp ne istediğini bilebilmesidir, zannımca.Yaşadığımız çağın şartları ne olursa olsun, hâkim söylem ne derse desin, her devirde mutlaka bir ‘Nuh’un gemisi’ olduğunu unutmasın yeter.Yaşamak, zamanda iz bırakmadan. Yaşamak, kendinden eksilerek. Yaşamak, günden güne savrularak. Yaşamak, neyi, niçin yaptığını bilmeden. Yaşamak, buz üstünde yürümeden. Yaşamak, ateşlerde yanmadan. Oysaki yaşamak, kelimelerden korkmamak.Oysaki yaşamak, gökyüzünden uzaklaşmamak.Oysaki yaşamak, ağaçlarla kucaklaşabilmek.Oysaki yaşamak, portakal kabuğundan gemilere binebilmek.Oysaki yaşamak, inanmak, güvenmek.Oysaki yaşamak, hayal edebilmek, rüya görebilmek. Ve yaşamak, …