OLMAZ DENİLENLERİN OLDUĞU DÜNYA

11 Eylül 2001 gününden bu yana uluslararası jeopolitik mücadele sahasında olmaz denilen, bu kadarı da mümkün değil denilen pek çok şeyin gerçekleştiğine tanık oluyoruz. Yolcu uçaklarının silah olarak kullanılmasına hayret ettiğimiz günlerden Avrupa’nın enerji politikalarını alt üst eden konvansiyonel savaşlara kadar geldik. 22 Ağustos günü Yeşilgiresun gazetesindeki bu köşede yayımlanan yazımda 5 Kasım’da ABD’de yapılacak başkan seçimi öncesindeki gelişmelere değinmiş ve yazımı şu ifadelerle tamamlamıştım: “Özellikle Çin Halk Cumhuriyeti ile ABD arasındaki gerilimin 2011 yılından itibaren dönemin ABD Başkanı Obama ve Dışişleri Bakanı Hillary Clinton tarafından yani Demokrat Parti döneminde başlatıldığı dikkate alınırsa, Kamala Harris’in bu senaryo için en doğru isim olduğu muhakkak. Senaryonun işlemesi için ise Trump’ın seçimi kaybetmesi gerekiyor, ki bunun olabilmesi için ABD başkanlık seçimleri için kalan kısa sürede, ya Thomas Matthew Crooks’tan daha iyi bir nişancı ortaya çıkacak ya da başka sürprizlerin sahneye konması gerekecek.” Ve 16 Eylül günü bu öngörünün hakkını verecek bir gelişmeye şahit olduk. Bu defa Florida’da 58 yaşındaki Ryan Routh, Trump’ın golf sahası yakınında şansını denemek istedi. Pazar gece yarısı saat 01:59’da bölgeye geldiği belirlenen Routh, saat 13.30 civarında, yani yaklaşık 11 buçuk saat sonra başkan adayını korumakla sorumlu gizli servis ajanları tarafından fark edilerek müdahale edildi. Routh, Trump’a ateş etme fırsatı bulamadan yakalandı. Ancak ele geçirilen silah ve üzerindeki dürbün incelendiğinde, 13 Temmuz’da Pennsylvania’dakinden daha iddialı bir saldırının hazırlandığı anlaşılıyor. Hatta Routh’un saldırısını sosyal medyadan belki de canlı yayınlamak üzere beraberinde bir kafa kamerası getirmiş olduğu da tespit edildi. Böylece ABD Başkan adayı ve eski başkan Trump, 2 ay içerisinde ikinci defa saldırı tehdidiyle karşı karşıya kalmış oldu. Seçime 40 günden fazla zaman kaldığı dikkate alındığında, yeni bir saldırı girişiminin bu süreye sığdırılması ihtimali yüksek. Daha dikkat çekici olan ise 6 Ocak 2021’de şahit olduğumuz ve gözlerimize inanmakta güçlük çektiğimiz ABD Kongresi baskını sırasında Trump yanlısı Cumhuriyetçilerin şiddeti eğilimli olduğu imajı uluslararası kamuoyuna empoze edilmişti. Oysa son 2 aydaki saldırılara yer alan kişilere baktığımızda ABD standartlarında “aşırı sol” kesimlere mensup olduklarını görüyoruz. Şunu da belirtmekte fayda var. Amerika Birleşik Devletleri’nin 38’inci başkanı Gerald Ford, 1975 yılının Eylül ayında 17 gün arayla iki defa saldırıya hedef olmuştu. Sacramento’daki ilk saldırıda silahın ateş almaması, San Francisco’daki ikinci saldırıda ise atıcının 12 metreden hedefi vuracak kabiliyette olmaması ABD Başkanı’nın hayatını kurtarmıştı. Trump’ı ortadan kaldırmaya yönelik bu girişimler, 5 Kasım’daki seçim sonrasında da Washington’da suların kolay kolay durulmayacağına işaret ediyor. Kendi dertleriyle fazlasıyla meşgul olan Beyaz Saray yönetiminin durumundan faydalanan İsrail ise Ortadoğu’da genişletmeye çalıştığı savaş alanı üzerindeki operasyonlarına yeni boyutlar katarak devam ediyor. Dünya, Trump’a yönelik ikinci saldırı girişimini hazmetme fırsatı bulamadan 17 Eylül’de modern tarihin en ilginç saldırılarından birini izledi.
HİZBULLAH’A SON ÇAĞRILübnan genelinde ve Suriye’nin başkenti Şam’ın bazı mahallerinde 17 Eylül Salı günü yerel saatle 15:30’da binlerce çağrı cihazının mesaj uyarı sinyalleri eş zamanlı çaldı. Hizbullah örgütünün güvenli iletişim amacıyla mensuplarına dağıtmış olduğu 1990’lı yılların teknolojisi olan cihazlar birkaç saniye sonra meydana gelen patlamalarla Lübnan’da bir anda kaosa yol açtı. 500’ü ağır yaklaşık 4 bin kişinin yaralandığı, 11 kişinin hayatını kaybettiği saldırı dünyayı dehşete düşürdü. Hizbullah’ın silahlı gücünün yaklaşık yüzde 10’u parmakları başta olmak üzere uzuvlarını ya da görme yetilerini kaybettiler. Yapılan ilk incelemelerin neticesinde İsrail gizli servislerinin, çağrı cihazlarının Tayvan’dan başlayan tedarik zincirine sızdıkları, cihazların lityum pillerine 3 ila 20 gram civarında olduğu tahmin edilen etkili patlayıcılar yerleştirdikleri sonucuna varıldı. 5 ay önce Ürdün üzerinden Lübnan’a ulaştırılan cihazlar sayesinde Hizbullah, İsrail istihbaratının takibinden kurtulmayı umarken, ummadığı bir önleyici saldırı metoduna maruz kaldı. Bu İsrail’in tedarik zincirlerine müdahale etme yoluyla kendisine yönelik tehditleri ortadan kaldırmayı hedefleyen ilk operasyonu değildi. 1980’li yıllarda Pakistan’ın nükleer programına ekipman tedarik eden Alman ve İsviçre firmaları doğrudan Mossad’ın bombalı saldırılarına hedef olmuştu. Nükleer programı için uranyum zenginleştirmek amacıyla Pakistan’dan santrifüj almaya teşebbüs eden Libya’ya teslim edilecek ürünler deniz yolculuğu sırasında yine İsrail gizli servisinin sabotajına maruz kalmıştı. Çağrı cihazları üzerinden gerçekleştirilen saldırı yalnızca Hizbullah’a askeri manada bir darbe vurmakla kalmadı. 2019 yılından bu yana enerji krizi ve ekonomik sorunlarla boğuşan Lübnan’ın sağlık sistemi de saldırıyı takip eden 1 saat içerisinde tamamen felç oldu. İsrail’in eli kulağında olarak nitelenen Lübnan’a yönelik kara saldırısı öncesinde yaşanan bu vaka, teknolojide yerli ve milli olmanın gereğini de hatırlatıyor. Ülkelerin kendi üretmedikleri teknolojilerin kurbanı olacaklarına dair bu dersten çıkan sonuçlar, insansız hava araçları alanında mesafe kat eden Türkiye’nin elindeki birikimi diğer sektörlere de yayması gerektiğine işaret ediyor.