Türküler yöreseldir. Sözleri de ezgileri de ait oldukları yöreye özgüdür. Anadolu türküleri, Trakya türküleri, Karadeniz türküleri… Tavrı, tarzı, ezgisi, söyleyişi, havası ile hangi yöreye ait olduklarını kolayca belli eder. Sonuçta türkülerde yürek/ler vardır. Bundan dolayı candır, heyecandır; özlemdir, acıdır, hüzündür, coşkudur. Bazı türküleri dinlerken gözyaşı dökeriz; bazı türküleri dinlerken ruhumuza coşku, sevgi tohumları ekeriz… Bundandır ağıt türkülerin içimizi sızlatması; ayrılık, gurbet türkülerinin bağrımızı yakması; sevda türkülerinin gönlümüzü ferahlatması… Kuşkusuz türkülerin kaynakları, söylenceleri, kurguları, öyküleri vardır. Bunlar gerçek de olabilir; kurmaca da düşsel de… Bu yönü ile türküler, Anadolu’nun renkli, desenli kocaman bir kültür beşiğidir. Bebek beşiğe belenir; türkü gaydaya… Her beşiği bir ana sallar her türküyü bir yürek. Bazı türkülerin kaynak kişileri ya da ozanları, zaman içerisinde aradan çekilir; böylece türküler halkın ortak değerleri oluverir. Bir başka söylemle anonimleşir. Kaynak kişilerden söz ederken ozan (şair) sözcüğünü bilinçli kullanıyorum. Karacaoğlan, Dadaloğlu, Pir Sultan Abdal, Âşık Veysel vb. önemli halk ozanlarımızdır. Bu ozanlarımız yalnızca şiir söylemekle yetinmemiş; bazı şiirlerini sazın telinden çıkan ezgiye beleyip türküye dönüştürmüş. Bu özellikleri nedeniyle halk ozanlarına “saz şairi” de denilir. Halk edebiyatı üzerine önemli çalışmalar yapan Prof. Dr. Fuat Köprülü, konuyla ilgili yazdığı kitaba “Türk Saz Şairleri Antolojisi – 17. Asır Saz Şairleri” adını vermiş. İşte, Âşık Mahsuni; işte “Han Sarhoş Hancı Sarhoş” adıyla türküye dönüşen şiiri: Garlı dağlar gara bulut içinde / Yaylası hüzünlü, yöresi bir hoş / Sevdalı yolcular umut içinde /Hayalin düğünü töresi bir hoş”… İşte Âşık Veysel, işte “Güzelliğin on par’ etmez / Bu bendeki aşk olmasa / Eğlenecek yer bulaman / Gönlümdeki köşk olmasa” dizeleriyle başlayan duygulu koşması (güzelleme); işte bu şiirin gönüllerde yer alan türküye dönüşmüş gaydası… Şiirlerde de yürek/ler var türkülerde yürek/ler var. Dolayısı ile öyküyü ya da olguyu çalıp söyleyerek türküye dönüştüren kaynak kişide ozan (şair) ruhu olmazsa böyle coşkulu, duygulu, dokunaklı sözler söyleyebilir mi? Hayır! Modern şiirin renkli ozanı Bedri Rahmi, türkülerdeki tınıyı, ezgiyi; içtenliği, yalınlığı, güzelliği, inceliği, sıcaklığı, duygu derinliğini can evinde hissetmeseydi “Şairim / Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası / Ayak seslerinden tanırım / Ne zaman bir köy türküsü duysam / Şairliğimden utanırım” diyerek şairliğini eze eze köy türkülerinin insan üzerindeki etkisini böyle dile getirir miydi? Köy türkülerini şiirin önüne koyar mıydı? Türküleri böyle över miydi? Türküleri ortaya çıkaran daha doğrusu yaratan yüreklere böyle içten, candan, yürekten seslenir miydi? Neydi Eyüboğlu’na bu dizeleri yazdıran? Türkülerdeki sıcaklık, doğallık, yalınlık, İçtenlik! Yapmacık olamaz hiçbir türkü. Yapmacık olanlarsa asla türkü olamaz!Anadolu’da yaygın kullanılan çalgı, sazdır. Bazı yörelerde sazın yerini başka çalgılar alır: Kemençe, tulum, kabak kemane… Bizim yöremizin çalgısı kemençedir. Öyle ki “çaldığım kemençe / sesi gayet ince” sözleriyle nitelendirildiği gibi narin, hassas, nazik bir çalgıdır. Ustasının elinde sestir; yüreğinde nefes… Ne yazık ki günümüzde kemençenin kulağını çekerek, ağzını burnunu bükerek çalıp çağıranlar var. Kendine kemençeci süsü vererek ortalıkta dolaşıyor. Değil kemençeci, bunlar gaydacı bile olamazlar. Yaptıkları iş hevesin ötesine geçmiyor, geçemez! Acı olan şu ki bazı televizyon kanallarında, radyo yayınlarında, bilmiş edasıyla boy gösteriyorlar. Yazık! Bu tipleri izlerken ya da dinlerken büyük kemençe sanatçıları adına üzülüyorum. Ne gaydaları gayda, ne söyledikleri türkü! Bu tipler bırakın türkülere ses veren halk şiirinin özünü, ruhunu anlamayı daha halk şiirinin çatısı olan ölçü – uyak düzeni bile bilmiyorlar. Daha da ileriye gidersem bunların yaptıklarına “Dam üstünde saksağan / Vur beline kazmayı” diyebiliriz rahatlıkla. Yalnız sazın tellerine vurularak söylenmez türküler; kemençenin teline yayla dokunarak da söylenir. Kemençe yöresel bir kültürdür. Yöresel bir gelenektir. Büyük ustalar elinde, gönlünde, yüreğinde yıllarca yoğrularak olgunlaşmış doruklara ulaşmıştır. Kuşkusuz, bu akış, yine, usta kemençecilerin elinde, gönlünde, yüreğinde yoğrularak yarınlara uzanacak. İşte Piçoğlu Osman, işte Karaman, İşte T (D)uzcuoğlu, İşte Kâtip Şadi. Yöremizde kendine özgü tarz ve tavırları olan büyük sanatçılar. Nice kalıcı türkülere imza atmışlar; nice yüreklerin sesi olmuşlar… Birkaç gün önce, sanal ortamda Göreleli bir dostun (Hikmet Gök) “Oy Zelişan Zelişan” adı altında çalıp söylediği sıcak bir türküye rastladım. Dinledim; bir kez daha dinledim. Ritmikti, hareketliydi, coşkuluydu. Hoşuma gitti; gaydasıyla, tavrıyla, sözleriyle. Telefonla ulaştım Hikmet Gök’e. Hal hatır sorduktan sonra konuyu açtım. Türkü üzerine konuştuk. Mutlu oldu. Kemençe çalmayı çok sevdiğini söyledi. “Ben kemençeye âşık biriyim. Kemençe çalmasam rahatsız olurum. Kendimi kötü hissederim. Her sabah elime alır, çalar söylerim” dedi.İlgim ve merakım daha da arttı. Sonrasında, sanal ortamda peşine düştüm, türkünün. Sonuçta, bu türküyü çalıp söyleyen iki kemençe üstadına daha ulaştım. İki kemençecinin ortak noktası türkünün gaydası ve kavuştak (nakarat) bölümüydü: Oy (Hop) Zelişan Zelişan / Oldum sana perişan / (Gidiyorum askere) / Mendilim sana nişan”. Önce Kâtip Şadi’ye kulak verelim. Şöyle çalıp söylüyor, büyük usta:Ay doğar ayan beyanYollara düştüm yayanUykuda isen uyanCeylan gözlüce bayan
Hop Zelişan ZelişanOldum sana perişanMendilim sana nişan
Bir ay doğar bacadanGözlerin alev saçanGeldi senden küçüklerKorkuyorsun kocadan(Nakarat)Oy benim sevdiceğimŞaşırdım nideceğimGel demedin mi gülümBen yine geleceğim(Nakarat) Bu bir sevda türküsü! Gayda anonim fakat sözler Kâtip Şaidi’ye ait. Kâtip Şadi’nin türkü düzme anlayışını az çok bilen biri olarak böyle düşünüyorum. Dize sonlarındaki bazı sözcükleri yarıda keserek; bazı sözcükleri ezerek, bazı sözcükleri yuvarlayarak söylüyor, Kâtip. Türkünün kavuştak (nakarat) bölümünde diğer türküde yer alan “Gidiyorum askere” söylemi yok! Kavuştak (nakarat) kısmında ‘Oy’ yerine ‘Hop’ ünlemesini yeğlemiş, Kâtip. Bir anlamda türkünün sözlerine kendi damgasını vurmuş. Bu böyle çalınır, söylenir diyor; heveslilerine. Kavuştak dışında, türküyü, farklı sözlerle çalıp çağırıyor, Şerif Pir:Seni düşünüyorumTuttu beni sarıldıkBiliyorum sevdiğimEn sonumuz ayrılık
Oy zelişan ZelişanOldum sana perişanGidiyorum askereMendilim sana nişanGidiyorum askereKemençem sana nişan
Bakın uşaklar bakınGüneşi biliyor mu?O benim nazlı yârimBeni düşünüyor mu?(Nakarat)
Elimde mavi boncukTakacağım kolunaBir canım var sevdiğimVereceğim yoluna(Nakarat)
Yıkamış saçlarınıYıkamış taramamışAldığı çirkin imişKeyfine yaramamış(Nakarat) Adını duymadığım bir kemençeci Şerif Pir. Türküyü plağa okumuş. Alt kısmında “Ula Temel oynayalım yan yana” yazılı. Türkünün kavuştak bölümünde, tekrarlanan son iki dizede, iki farklı söylem var: İlki “Gidiyorum askere / Mendilim sana nişan”; ikincisinde “Gidiyorum gurbete / Kemençem sana nişan”. Askere giden delikanlı, yavuklusuna, bir armağan vermek ister. Bunun adı nişandır ve çok anlamlıdır. Beni unutma, beni hatırla demektir. Bu mendil olacağı gibi daha değişik armağan da olabilir. Kemençe de bunlardan biridir. Türküde “mendil” motifi başarıyla kullanılmış: Mendilim sana nişan! İki usta kemençecinin kendilerine özgü sözlerle çalıp söyledikleri gaydası aynı olan “Oy Zelişan Zelişan” adlı türkünün bir başka sürümünü Hikmet Gök’ten dinledim. Sanal ortamda paylaştığı videoda çalıp çağırıyordu, Gök:
Ay bulutda bulutdaGaldı mendilim dutdaGalırsa galsın varsınYenisi var sandıkda
Oy Zelişan ZelişanEtme beni perişanBen askere gidiyumMendilim sana nişan
Oy Zelişan ZelişanEtdin beni perişanÇık galeye de guşan
Dere akar bulanıkAşığın bağrı yanıkEl âlem uykusundaSeninle ben uyanık
Oy Zelişan ZelişanEtme beni perişanBen askere gidiyumMendilim sana nişan
Oy Zelişan ZelişanEtdin beni perişanÇık galeye de guşan Ritim aynı, gayda aynı; sözler farklı! Bu üç sürümden başka sürümleri var mı bu türkünün? Varsa nasıl ulaşabilirim? Bir türküyü çalıp söyleyen her usta kemençeci neden farklı sözlerle yorumlamış? Bu gaydada neden söz birliği yok? Hikmet Gök, türkünün sözlerini kendisi mi kurgulamış; ya da çalıp söylediği türküyü bir ustadan mı dinlemiş? Merakımı gidermenin tek yolu Hikmet Gök’le görüşmek! Telefon ettim; uzunca bir sohbet ettik. “Ben bu türküyü yetmişli yıllarda plaktan dinliyordum. Belleğime yer etti. O zaman bu zaman çalar, söylerim. Yanılmıyorsam bu türküyü üstat Şenel (Dandin) plağa okumuştu.” dedi. Yaptığım araştırma ve tespitlerden anladım ki aynı gayda farklı kemençecilerce değişik sözlerle çalıp söyleniyor. Bazı türküler böyledir. Kavuştak bölümlerinde söylem birliği olsa da bent bölümleri farklı olabiliyor. Bu bir söylem zenginliği bence! Sevilen türküler farklı üstatlarca farklı yorumlanabiliyor. Doğrusu Zernişan olan ve kızlara ad olarak verilen bu sözcük, Farsça kökenlidir. Sözcükteki ‘zer’ altın anlamındadır; ‘nişan’ işaret, iz, belirti. Bu iki sözcük birleşince madeni eşya ya da kâğıt üzerine kakma altınla yapılan işleme, süs, bezik; üzeri altınla işlenmiş olan, altın nişan, altınlı anlamlarına gelir. Çok kıymetlidir. Çok değerlidir. Kız çocuklarına verilen değer ve öneme işaret eder bir anlamda. Halk nasıl Zernişan’ı kendi ağızına uygun hale getirip Zelişan yapmışsa; kemençe üstatları da “Oy Zelişan Zelişan” türküsünü kendi ağızlarına uygun hale getirip farklı sözlerle çalıp söylemişler. Keyif alarak dinlediğim bir türkü, bu.