Romanlar ve onların büyülü dünyası. Roman sayfalarında insan ne kadar da çok karşılaşıyor kendisiyle. Benzerliğin bu kadarına da pes doğrusu! Hangi köşeyi dönse ayak izleri, hangi sokağı arşınlasa hatıralar yumağı, hangi köprüde birine rastlasa; hep tanıdık simalar hep bildik mekanlar. Duygular aynı, düşünceler benzer, suretler aşina ve hele olaylar, hele olaylar! Belki de romanı her çağda böylesine vazgeçilmez kılan da bu özelliği sanırım. Hem çok bildik hem çok yabancı. Hep çok yakın hep çok uzak. Her daim gizemli ve sürprizlerle dolu ve de heyecanlı. İnsanın anlam arayışında romanı görmezden gelenler için roman, hala bütün mevcudiyetiyle meydan okumaya devam etmekte. Söz konusu romansa insan, arka sayfadaki kısacık tanıtımla yetinmeyip hemencecik sayfalar arasında kaybolup gitmeyi diliyor. Kimi için romanın ismi, kimi için romanın yazarı, kimi için romanın konusu ve kapağı, kimi içinse arka kapaktaki birkaç cümle. Sebep ne olursa olsun elinizdeki bir romansa eğer dünyada sizden daha şanslı olanlar sadece masmavi bir göğün altında kumsala bakan bir bankta ya da ulu bir çınarın altında başka bir romanın sayfaları arasında hülyalara dalanlardır, vesselam. “Raimund Gregorius’un hayatında her şeyi değiştirecek olan gün, öteki pek çok gün gibi başladı. Gregorius saat sekize çeyrek kala Bundestreerrasse’den geldi, şehir merkezinden liseye uzanan Kirchenfeld Köprüsü’ne adım attı. Ders yılında, hafta içi günlerinin hepsinde aynı şeyi ve sekize çeyrek kala yapardı…”171Sanırım son zamanlarda okuduğum, bir türlü elimden düşürmediğim ve handiyse her satırına-özellikle de ‘roman içindeki roman kesitlerine’- vurulduğum ender romanlardan biri olarak ‘Lizbon’a Gece Treni’ şimdiden gönlüme taht kurmasının yanında anlatım dili ve de kurgusal örgüsüyle büyüsünü halen üzerimde hissettiğim ayrıcalıklı romalar kategorisindeki yerini alırken sadece yer yer romana yedirilen düşüncelerin pek çoğuna aklen ve manen katılmadığımı da belirtmek isterim. Film mi kitap mı ikilemini hemen hemen hepimiz yaşamışızdır. Önce seyretmeli mi yoksa okumalı mı?- Bu konuda yaşadığım hayal kırıklıklarını anlatmaya başlasam ne bende derman kalır ne sizde tahammül.- ‘Lizbon’a Gece Treni’ için şunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki kitap ne kadar fevkaladeyse film de bir o kadar harika ve başarılı. Elbette ki zevkler ve renkler mevzu bahis olduğunda görecelik ister istemez ben buradayım diye parmak sallasa da siz bana güvenin sevgili okurlarım. “Pavlov Meydanı’nı inim inim inleten orangutan hırıltıları…Kısa, belli aralıklarla duyulan polis sirenleri…Özellikle turuncu tulumbaların, şebek çığlığı biçiminde frekanslanmış alarm sinyalleri…Pırıl pırıl Viyana sabahını alalk bullak eden keşmekeş…Eski adıyla Viyana, yeni adıyla XB21, nicedir yeni provokasyonlarla sallanıyordu…”172 “Dünün Veçerka’sını(Rus.Akşam Postası) açıyorum, senden ve benden bahsediyor. Başlangıçta yeniden söz alacağını yazıyor. Ama şimdilik okullarda hala eski lakırdıları tekrarlıyorlar, önce büyük patlamanın olduğunu ve her şeyin uçarak dağıldığını…” 173“Babamın ailesinin soyadı Pirrip, vaftiz adım da Philip’ti; çocuk dilimle bu iki ismi birlikte anlaşılır bir biçimde uzun uzadıya telaffuz edemez, en fazla Pİp demeyi becerebilirdim. Böylelikle kendi kendime Pip adını verdim, herkes de bana Pip demeye başladı.” Charles Dıckens, Büyük Umutlar’a böyle başlamış ama ben kesinlikle şu şekilde başlardım çünkü yazar nasıl ki romanın finalini sonradan değiştirmiş ben de azıcık başlangıcını değiştirsem kıyamet mi kopar? (Vatan Yahut Silistre’nin Abdullah Çavuş’una )“…Köyümüz denizden yaklaşık otuz kilometre içeride, kıvrıla kıvrıla uzanan bir nehrin kıyısındaki(Thames Nehri) bataklık arazide kurulmuş bir köydü. Öyle sanıyorum ki etrafımdaki şeylerin niteliğine ilişkin en canlı ve geniş kapsamlı izlenimlerimi edinişim, soğuk ve unutulmaz bir akşamüstüne denk düşüyor. İşte tam o anlarda, ısırgan bürümüş bu kasvetli yerin kilisenin avlusundaki mezarlık olduğunu şüpheye mahal bırakmayacak şekilde ayırdına vardım; bir zamanlar bu kilisenin cemaatine mensup olan Philip Pirrip ile yukarıda adı geçen şahsın karısı Georgiana ölmüştü ve burada gömülüydü; yukarıda adı geçenlerin küçük çocukları Alexander, Bartholomew, Abraham, Tobias ve Roger da keza ölmüşlerdi ve bura gömülüydüler; …”174
Meraklısı için… 171 Lizbon’a Gece Treni, 172 Şebek Romanı,
173 Mektupların Romanı, 174 Büyük Umutlar