Birine ‘seni seviyorum’ dediğimizde aslında ona ne söylemek istiyoruz? Ondan hoşlandığımızı mı onsuz yapamadığımızı mı ona bağlandığımızı mı onda yaşadığımızı mı onun hayatımızda vazgeçilmez bir yere sahip olduğunu mu?Evet sevgili okur, bunlardan hangisini kastediyoruz ‘seni seviyorum’ derken? Birazını mı tamamı mı yoksa hiçbirini mi yahut burada yazılmayanlarını mı? Her başımız ağrıdığında her gönlümüz sıkıştığında her yüreğimiz daraldığında her kalp çarpıntımız çoğaldığında, ‘Acil durumlarda camı kırınız.’ yahut ‘Yangından ilk kurtarılacaklar’ kadar alametifarikası kendinde gizli sihirli birkaç kelimeden mi ibaret, ‘seni seviyorum?’ Sevmek. Sevilmek. Seviyorum. Kimi, neyi; ne kadar, nasıl? Seni seviyorum. Sahi mi? Hangi beni? Görmek istediğin beni mi olduğum beni mi? Sevdim. Ya şimdi? Sevmiştim. Emin misin? Severmişim. Allah Allah! Seveceğim. Kesin mi? İnanalım mı? Severse. Hazır mısın? Sevsin. Zorla mı? Sevmiyorum. Utanmalısın kendinden. Seni sevmiyorum. Belli ki kendini de. Sevmedim. Bir de marifetmiş gibi söylemez mi? Sevmezse. Ne kaybedersin? Sevmezse sevmesin. Yani sevsin. Sevmek şifadır seni gidi şapşal. Sevmek iyileştirir seni gidi kalpsiz. Sevmek gülümsetir seni gidi ruhsuz. Sevgiye daha ne zamana kadar papatya muamelesi yapacağız? Seviyor, sevmiyor dilemması, bir sarkaç gibi daha ne vakte kadar sallanıp duracak kalbimizin üstünde? Sevginin bir kuşun kanadında olduğu, konaklamak için kendisine tayin edilen vakti beklediği savından bağımsız bir akıl yürütmesi-affedersiniz gönül düşürmesi- düşleyecek olursak şayet kalbimiz misafirini ağırlayacak melekelere haiz mi? Sevgi bir kalbe mamur etmek için mi uğrar yoksa harap etmek için mi? Sevgi bir amaç mı yoksa bir araç mı insanın kendisini tanıma yolculuğunda? Kendini tanımayan, sınırlarını bilmeyen, onları zorlamayan bir insana yaşıyor diyebilir miyiz? Sevginin bizatihi kendisi bir lütuf ve ödülken onu bir ezaya yahut cezaya dönüştürenlere de bilmem ne demeli? İnsana, tabiata, eşyaya sevgi penceresinden bakmakla bakmamak arasındaki farkı herkes kendi gönül aynasında acı ya da tatlı tecrübe etmedikçe insan olmanın künhüne nasıl vakıf olabilir ki? Sevgi bir tohum olduğu gibi çiçeğe durmuş bir ağaçtır da anlayanın nazarında. Şırıl şırıl akan minicik bir akarsu iken sevgi; dalgalarıyla dev transatlantikleri beşik gibi sallayan bir okyanustur da görebilenlerin gönül aynalarında. Sevgi bir fırtınadır rüzgârın önüne kattığı ve sevgi bir limandır sığınanların huzur bulduğu. Sevgi cevabıdır soruların. Dillerin susması, gözlerin konuşmasıdır sevgi. Kuşların uçmasıdır sevgi, bulutların yürümesidir. Aynı yağmurun altında ıslanmaktır sevgi, aynı güneşin batışını seyretmektir dünyanın bütün telaşelerinden uzakta. Bir bardak çaydır sevgi, içine gönlünü karıştırdığın. Bir top dondurmadır sevgi lezzetine yüreğini kattığın. Aynı hayale inanmaktır sevgi, emin olmaktır kendinden ve kendin gibi bildiklerinden. Şüphe duymamaktır sevgi, korkmamaktır. Sevgi damla damla dökülen bir yağmurdan ortalığa yayılan mutlulukken de saftır, emsalsizdir, kıymetlidir; gözlerden süzülen hüzünken de nadidedir, paha biçilemezdir, eşsizdir. Sevgi sadece varlığıyla değil yokluğuyla da insan(lar)ı terbiye eden, kudreti bağrında gizlediği ‘koşulsuzluk’tan mülhem ilahi bir nefes, uhrevi bir neşe, tasavvufi bir cezbe, dünyevi bir eczadır dilinden anlayana. Sevgi insanlara bahşedilmiş bir armağan, bir ruh aşinalığı, bir gönül zenginliği, bir kalp meziyetidir de aynı zamanda. İnsanı insan kılan yegâne şey aslında sevebilme kabiliyetine sahip oluşudur desek hiç de yanılmış olmayız, kanaatimce. Sevmek, üstüne yazılan çizilen tonlarca söze rağmen hala ilk günkü tazeliğini ve gizemini muhafaza edebilen bir kaldıraç olması itibariyle insanla insan ve insanla Yaratıcısı arasındaki tek kopmaz bağ oluşundan da dolayı hayatımızın olmazsa olmazı olarak sonsuza değin bizlerle olmaya devam edecektir, vesselam.