Türkiye’nin yapacağı muhakkak ki çok şey vardır. Fakat, önce yakın tarihimizin çok iyi incelenmesi gerekmektedir. Çünkü tarihlerini iyi bilmeyenlerin karşılaşacakları zorlukları aşmaları o kadar da kolay değildir. Bırakınız Türkiye’nin 1838 Balta Limanı Antlaşmasıyla imzaladığımız Serbest Ticaret Antlaşması’nı büyük bir bağlılıkla uyguladığı I. Dünya Harbi’ne kadar olan dönemi; Atatürk’ün ölümünden sonra tekrar hayata geçirilen bu sistemin nasıl uygulandığı ve hangi ekonomik yıkımlara yol açtığı milletimize çok iyi anlatılmalıdır. Türkiye millici bir ekonomi modeli uygulamaya başlamadan önce, buna kimlerin karşı çıkacağını da çok iyi hesaplayarak ona göre tedbirlerini almalıdır. Kafalara yerleştirilen bir önyargı var. Bunun yıkılması o kadar da kolay değildir. Dünya, yüzyıllardır, Serbest Piyasa Ekonomisi ve onun olmazsa olmazı olan çok partili Demokrasi uygulamasının (bu şekliyle) milletlerin kalkınmalarının ve yaygın bir refaha kavuşmalarının yegâne yolu olduğu masalına inandırılmıştır. Sanki, dünya kurulduğu tarihten bu yana bu şekilde yönetiliyormuş gibi, insanlar ve özellikle aydınlar buna inanmaktadır. Tabiî, bunun propagandasını yapan, içlerinde Batı hayranı aydınların, siyasetçilerin, üniversite akademik kadrolarının, medyanın, Batı güdümlü bir eğitim sisteminin bulunduğu dev bir propaganda aygıtının varlığı da unutulmamalıdır. Fakat, karşımızda ne kadar güçlü bir kitle olursa olsun, kazanmamızın mümkün olduğu ve bu uğurda çekeceğimiz sıkıntıların buna değeceği de unutulmamalıdır.Çinli askerî stratejist Sun Tuzu’nun söylediği gibi, eğer düşmanının gücünü ve kendi gücünü iyi biliyorsan bütün savaşları kazanabilirsin. Düşmanının gücünü yeterince bilmemekle birlikte, kendi gücünü iyi biliyorsan iki savaştan birini kazanabilirsin!Demek ki ne yapacağız? Önce tarihimizi doğru bir şekilde öğreneceğiz.Osmanlıyı Reformlarla Yıktılar!Osmanlıyı reform yapmaya zorlayan devletlerin amacı, bu reformlarla güçlenecek olan Osmanlı tebaası azınlıkları kendi kontrollerine almaktı. Yoksa bunların, Osmanlı’nın modern bir devlet olması gibi bir arzuları yoktu. Nitekim, 28 Mayıs 1879 tarihinde, İngiliz Sefiri Layard’ı akşam yemeğine davet eden Sultan Abdülhamid, İngiltere’den malî yardım talebi için gerekli projelendirme bağlamında, askerî konulardan merkezî idare, malî, idarî, tarım, ticaret, endüstri ve yaygın eğitime kadar pek çok alanda bir dizi reform plânlarını açıkladığında, Layard hayretler içinde kalarak, Padişaha, ‘bu projeleri hayâl dahi edemediğini’ beyan etmiş; fakat bunlar için Osmanlı’ya malî yardımda bulunulamayacağını bildirmiştir (“Emperyalizm ve İslâm Dünyası Sempozyumu”, Prof. Hüseyin Subhi Erdem sunumu, s. 173, ESAM yayını)!İngiltere’nin o yıllardaki politikası, Osmanlı’nın iç işlerine müdahale ve devletin tebaası arasında uyumsuzluk çıkartmaktan ibaretti! Türkiye’yi sürekli olarak Rusya ile kapıştırıp güçsüzleştirmek de bu politikanın bir parçasıydı. Türkiye’yi güçsüzleştirme politikasını günümüzde de Amerika ve Avrupa Birliği çok bilinçli bir şekilde sürdürmektedirler. Türkiye’nin Tam Bağımsız bir Millî Ekonomiye sahip olmasının önündeki en büyük engel bu devletler değil midir? Türkiye’nin bölünmesi anlamına gelen, İkiz Sözleşmelerin kabulü için bizi sürekli sıkıştırıyorlar. Merkezî Yönetimin yetkilerinin daraltılarak, Yerel Yönetimlerin güçlendirilmesini, ‘her derde deva’ bir ilâç gibi bize tavsiye etmiyorlar mı? Yusuf Akçura, 1921 yılında yayımlanan bir makalesinde, Tanzimat’ı eleştirmenin bir cesaret işi olduğunu söylemekte ve Tanzimat kararları hakkında şu çarpıcı değerlendirmeyi yapmaktadır: “Efendiler, yakın zamana kadar Tanzimat’a, ‘Tanzimat’ı Hayriye’ deniliyordu. Tanzimat’ın yaptıkları hayırlı ve mukaddesti, Tanzimat’a dil değdirmek mürtecilik sayılıyordu. Zannımca artık, Tanzimat’ın iktisadî nedenlerini ve bu alandaki eylemini eleştirme vakti gelmiştir” (Doğan Avcıoğlu, “Türkiye’nin Düzeni”, s. 106)! Günümüzde de böyle değil mi? Amerika’nın ve AB’nin sözde bizi ‘Çağdaş’ ve ‘Demokratik’ bir devlet yapacak olan tavsiyelerini benimseyenlere ‘Çağdaş’ diyerek yüceltip, bu dayatmalarla, aslında ülkemizin bölünmesinin, millî ve manevî değerlerimizin çürütülmesinin hedef alındığını gören ve bunlara karşı çıkan vatanseverleri ‘Gerici’ diye yaftalamıyorlar mı? Sâmiha Ayverdi’nin, Tanzimat reformları hakkındaki şu değerlendirmesi de aydınlatıcıdır: “Müslüman Türklerden ziyade Hıristiyan azınlıkların işine yarayan Tanzimat, tarih sahnesindeki büyük gürültüsüne rağmen, memlekete, muhtaç olduğu millî heyecan ve irfandan mürekkep bir mesele vermeden sönüp gitmiş; ne yazık ki, giderken de, millî değerlerimizi büyük ölçüde silip götürmüştür” (Millî Kültür Meselelerimiz ve Maârif Davamız, s. 60)!Osmanlı’nın, Batılıların telkinleri ile kabul ettiği Tanzimat ve Islahat Fermanı gibi reformlar, devleti güçlendirmek yerine zayıflatmıştır. Sanayi Devrimi ve Batı’nın kendine pazar yaratmak için Osmanlı İmparatorluğu üzerinde politik baskı kurması ile yeni bir dönem başlamıştır. Batılılar ve özellikle yabancı tüccarlar ve iş adamları ile, onların İmparatorluk içindeki azınlıklardan oluşan ortak ve ajanlarına ve bu arada Galata Bankerlerine, serbestçe faaliyet göstermelerini sağlayan 1838 Serbest Ticaret Antlaşması imzalanmış; bunu 1839 Tanzimat ve 1856 Islahat Fermanları takip etmiştir! Tanzimat’ı yapanlar, devletin dayanacağı esas unsurun Türkler olduğu gerçeğini anlayabilmiş olsalardı eğer, şüphe yok ki, gelişmeler çok farklı olabilirdi. Bu hata ancak Atatürk’le tamir edilmiş fakat ne yazık ki, Atatürk’ten sonra, İsmet Paşa’nın Cumhurbaşkanlığı döneminde devlet yeniden, Tanzimat’ın kozmopolit anlayışının etkisi altına girmiştir! Prof. Neumark’ın Önemli Uyarısı!Prof. Neumark’ın, yıllar sonra Türkiye’ye geldiğinde, eski öğrencilerine söylediği şu çarpıcı, uyarıcı sözleri dikkatle okunmalıdır: “Çok samimî olarak ifade edeyim ki, Avrupalı Türkleri sevmez ve sevmesi de mümkün değildir. Asırlardır, kilisenin Türk ve İslâm düşmanlığı, Hıristiyanların hücrelerine sinmiştir. Sebeplerine gelince, Müslüman olduğu için sevmez; ama faraza, lâiklik şöyle dursun, Hıristiyan olsanız da size düşman olarak bakmaya devam eder. Sizler farkında değilsiniz ama, onlar şu gerçeğin farkındadırlar: ‘Tarihten Türkler çıkarılırsa ortada tarih kalmaz.’ Osmanlı arşivi tam olarak ortaya çıkarsa bugünkü tarihlerin yeniden yazılması gerekir. Avrupa’nın pazarı idiniz. Şimdi Avrupa’yı pazar yapmaya başladınız. En az dört yüz yıl Avrupa’da sırtımızda ve ensemizde at koşturdunuz. Selçuklular Anadolu’yu, Osmanlılar Balkanları Haçlı Ordusuna mezar ettiler. Sizi silâh ile yenemeyenler, kendilerine benzeterek hâkimiyet sağladılar…. Sizler gerçek hüviyetinize döndüğünüz an Avrupa’nın refahı ve medeniyeti yıkılır. Yine sizler Avrupa’nın tarihî düşmanısınız ve düşmanı olarak kalacaksınız.” ./…