TÜRKİYE NE YAPMALI? (5)

BATI BİZE, ‘SERBEST PİYASA’ DERKEN, KENDİSİ HİMAYECİYDİ! Batı bize, Serbest Piyasa ekonomisini önerirken, liberalizmin babası İngiliz iktisatçısı Adam Smith, İngiltere’nin sömüreceği dünyaya liberalizmi telkin ediyor, kendi ülkesi için müdahaleci ve korumacı bir ekonomi öneriyordu (Attilâ İlhan, Cumhuriyet, 6.11.2002)! Serbest Piyasa Ekonomisinin vahim sonuçlarını gören İstanbul Ticaret ve Sanayi Odası, 1880 yılında, yerli yatırımcıların korunması için gümrük duvarlarının yükseltilmesini ister! Maxıme Rodınson, ithalât gümrüğünün tepkiler üzerine önce yüzde 8’e, daha sonra 1911’de yüzde 11’e yükseltildiğini belirtiyor fakat bunun hakiki bir himaye için gene de yetersiz olduğu üzerinde duruyor. Rodınson, 1914 yılına gelindiğinde Osmanlı Devleti’nde, çalışmakta olan 242 sınai işletmenin bulunduğunu; bunların sermayelerinin yüzde 10’unun yabancılara, yüzde 50’sinin Yunanlılara, yüzde 20’sinin Ermenilere, yüzde 5’inin Yahudilere ve nihayet yüzde 15’inin Müslüman Türklere ait olduğunu belirtiyor (“İslâmiyet ve Kapitalizm”, s. 175). Gümrük Duvarları ancak 1923 tarihinde imzalanan Lozan Antlaşması’nda kabul edilen bir maddeyle yükseltilebilecek ve Türkiye’nin kendi gümrük tarifelerini uygulaması Batılı ‘Dostlarımıza’ kabul ettirilebilecektir. Ancak burada da bir kazık yediğimizi belirtmeliyiz. Lozan kendi gümrük tarifelerimizi uygulamamızı kabul etmiştir ama, bunun için bir süre belirlemiştir! Bu yüzden Türkiye 1929’a kadar eski gümrük tarifelerini uygulamak zorunda bırakılmıştır. Yüzde 12.9 olan Gümrük tarifesi 1929 yılında yüzde 45.7’ye yükseltilerek, yıllardır devam eden bir dış ticaret açığı faciasına son verilmiştir. İlginç olan, Lozan görüşmelerinde Türkiye’nin Baş Temsilcisi olan İsmet İnönü’nün 1946 yılında Türkiye’yi IMF’ye ve Dünya Bankası’na üye yaptıktan sonra bu açıkların yeniden hortlamış olmasıdır. Bunun sebebi, Türkiye’nin Atatürk’ün Plânlı Karma Ekonomi Siyasetini terk etmesidir.Namık Kemal, Serbest Ticaret Anlaşmasını şöyle değerlendirmektedir: “Biz vaktiyle ziraatta olduğu gibi, zanaatta da kendi yağımızla kavruluyorduk. Hemen her ihtiyacımızı karşılayacak tezgâhlarımız vardı. Yirmi-otuz yıl içinde onların hepsi mahvoldu. Bunun sebebi Avrupalılara tanınan ticaret hürriyetidir.” Ziya Paşa’ya göre de, “Uygulanan yanlış ekonomi politikası yüzünden Avrupa malları Osmanlı pazarlarını istilâ etmiş, bu yüzden esnaf işsiz kalmıştır.”
ATATÜRK’ÜN SERBEST PİYASAYA BAKIŞIAtatürk T. B. M. M’de l.3.l922 tarihinde yaptığı bir konuşmada, Türk Milleti’ni ezen Tanzimat politikalarını şu sözlerle eleştirir: “…Tanzimat’ın açtığı serbest ticaret devri, Avrupa rekabetine karşı kendisini savunamayan ekonomimizi ayrıca kapitülâsyon zincirine bağlamıştı. Teşkilât ve ferdî kıymet bakımından, iktisat sahasında bizden çok kuvvetli olanlar, memleketimizde bir de fazla olarak, imtiyazlı mevkide bulunuyorlardı. Temettü vergisi vermiyorlardı. Gümrüklerimizi ellerinde tutuyorlardı. Bütün iktisadiyatımıza bu sayede hâkim olmuşlardı. Efendiler, bize karşı yapılan rekabet, hakikaten çok gayrimeşru, hakikaten çok eziciydi. Rakiplerimiz bu suretle inkişafa müsait sanayimizi mahvettiler. Ziraatimizi de hırpaladılar, malî ve ekonomik gelişme ve olgunlaşmamızın önüne geçtiler. Siyaseti iktisadiyemizin mühim gayelerinden biri de, umumî menfaatimizi doğrudan doğruya alâkadar edecek müessese ve teşebbüsleri, malî kudretimiz ve fenniyemiz müsaadesi nispetinde devletleştirmedir”(Kâzım Öztürk, “Atatürk’ün Gizli ve Açık Meclis Konuşmaları”, s. 736). 1922’de bu sözleri söyleyen Atatürk, 1929 dünya buhranının sebep olduğu büyük ekonomik durgunluk sayesinde, liberal ekonomi yanlılarının gösterecekleri tepkileri bastırarak, Devletçiliğe karar verecek ve 1933 yılında I. 5 Yıllık Plânı uygulamaya koyacaktır. Devletçilik önce parti tüzüğüne 1937 yılında da anayasaya konulacaktır.1923 Lozan Antlaşmasıyla kapitülâsyonlar kaldırılmıştır. Ancak, uygulama imza tarihinden 6 yıl sonra yürürlüğe girecektir! Emperyalistler 6 yıl bile dayanamayacağımızı umuyorlardı! Bunun için, gümrüklerimize tam hâkim olmak hakkını bize ancak 1929 yılında tanıdılar! Yüzde 12.9 olan İthâlde alınan gümrük vergilerimiz ancak 1929’da % 45.7’ye yükseltilecektir! 1923 yılında 60 milyon lira olan dış ticaret açığımız 1929 yılına gelindiğinde 101 milyon liraya yükselecek fakat gümrüklerimize hâkim olduğumuz 1930 yılında dört milyon lira fazla verecektir. 1938 yılındaki 5 milyon lira açık dışında, diğer yıllar hep dış ticaret fazlası ile kapanacaktır (Prof. Mustafa A. Aysan, “Atatürk’ün Ekonomi Politikası”, s. 177). Lozan’daki ABD Baş delegesi Child, kapitülâsyonların kaldırılmasını ‘Dünyanın toplumsal güvenliğini ve ekonomik güçlerin işbirliğini sağlamak için pek gerekli olan milletlerarası iyi niyet ve dürüstlüğün temelinde yatan ilkelere bir aykırılık olduğunu söyler’ ve “Bu nedenle Türkiye kapitülâsyonları kaldıramaz. Türkiye’nin çıkarları da bunu gerektirmektedir. Zira Türkiye’yi ancak yabancılar kalkındırabilir” görüşlerini savunur! ABD ancak 1932’de kapitülâsyonların kalktığını kabul edecektir (Avcıoğlu, “Millî Kurtuluş Tarihi”, s. 347, 352)!İşte bunların hürriyet ve demokrasi anlayışları budur. Bunun en canlı örneğini İsrail’in Filistin’deki Soykırımı hamlelerinde de görmekteyiz. Batı bütün varlığıyla İsrail’in yanındadır! Doğan Avcıoğlu’nun, İttihat ve Terakki’nin ünlü isimleri Enver, Talât ve Cemal Paşa’yı kast ederek, yaptığı şu değerlendirme de ufuk açıcıdır: “Bu ‘büyük devlet adamları’, Tanzimat ve 1838 Ticaret Antlaşmasıyla Türkiye’de, İngiltere ve Fransa ile Rum ve Ermeni kompradoru hâkimiyetini kuran Tanzimat Paşaları olacaktır! Abdülhamid bu politikaya karşı çıkmıştır” (“Millî Kurtuluş Tarihi”, s. 95, dipnot)!Doğan Avcıoğlu bile, İttihatçılara bu açık eleştirileri yöneltmekte. Fakat, günümüzde bazı kesimler, koca bir imparatorluğu batıran İttihatçıları, ‘Devrimci’ olarak yüceltmekte ve Jön Türklüğe öykünmektedirler!Diğer taraftan Osmanlı’nın bu antlaşmayı nasıl imzaladığı ayrı bir meseledir. Türkiye, Mısır Vâlisi Mehmet Ali Paşa ve oğlu İbrahim Paşa ile çok uğraşmıştır. Bilindiği gibi, 1821 Mora isyanında Mehmet Ali Paşa, Padişah II. Mahmud’un çağrısı üzerine Osmanlı’ya yardıma koşmuştur. 1827 Navarin limanı baskınında Osmanlı ve Mısır donanması, İngiltere, Fransa ve Rus donanmalarının ani bir baskını ile yakılmıştır. Osman Devleti Yunan bağımsızlık hareketini kabul etmek zorunda bırakılmıştır. Osmanlı’nın için de bulunduğu zaafı gören Mehmet Ali Paşa, Osmanlı’dan bazı siyasî taleplerde bulunmuş, Suriye’nin, oğlu İbrahim Paşa’ya bırakılmasını istemiştir. Osmanlı bunun üzerine Rus Çarlığı ile bir anlaşma yaparak, Rusya’dan yardım almak zorunda kalmıştır. Bu maksatla Rusya ile 1833 Hünkâr İskelesi Antlaşması imzalanmış ve bir kısım Rus birlikleri Üsküdar’da çadır kurmuştur. Rus yardımı Mehmet Ali Paşa’yı durdurmuş fakat bu defa İngiltere Rusya ile yapılan bu antlaşmadan ürkmüştür. Çünkü onların siyaseti, Türkiye’nin Rusya ile barış içine olması değil, sürekli bir gerginlik ve savaş ortamında olmasıdır! İngiltere’nin baskılarıyla II.Mahmud 1838 Serbest Ticaret Antlaşması’nı imzalamak zorunda kalmıştır.Ancak, bu antlaşmanın asıl mimarının Sadrazam Mustafa Reşid Paşa olduğu bilinmelidir. Mustafa Reşid Paşa, Paris’te sefir olarak bulunmuş, buradaki şaşalı hayata hayran olmuş bir diplomattır. Daha sonra İngiltere’ye Büyük Elçi olarak tayin olunacak, Londra’daki görevinin bir kısmını da hem Büyük Elçi ve hem de Dışişleri Bakanı olarak sürdürecektir. Burada kurduğu ilişkilerin neticesi olarak İskoç Mason Locası’na kaydolacaktır.Tarihimizde Büyük Reşid Paşa olarak anılır. Sebebi belli değil mi? ./…