TÜRKLÜĞE NEDEN BU KADAR DÜŞMANLAR? (1)

DEM milletvekili Meclis kürsüsünde konuşuyor: Söyledikleri aynen şudur: “Türk Ordusu Suriye’de çocukları öldürüyor. Kürt halkını katlediyor”! Daha önce de ‘Türk Ordusu Irak’ın kuzeyinde kimyevî silâh kullandı’ yalanına başvurmuşlardı. Hattâ bu yalana başvuranlardan biri de İstanbul Tabip Odası başkanıydı. Hâlbuki, Türk Ordusunda kimyevî silâh yok! Bu, yetkililer tarafından defalarca açıklandığı hâlde, bu yalanı sürdürmelerinin amacı Türk Ordusunun ve Türk Devletinin dünya nezdinde itibar kaybetmesinden başka bir şey değildir ve bu insanlar bu yıkıcı faaliyetlerini özgürce sürdürmektedirler. Mevcut Sivil Toplum Örgütleri de âdeta 5. Kol gibi çalışarak bu amaca hizmet etmektedirler. İşte, hükümetin Etki Ajanlığı kanununu çıkarmak istemesinin sebebi de budur. Sözde Sivil Toplumu temsil eden bu örgütlerin, sözde özgür bir basın için, ‘Batı’dan aldıkları fonlarla’ yıkıcı faaliyet sürdürenlerin malî kaynaklarını açıklamaları istenmektedir. Rusya’nın ve Macaristan’ın Soros’un ülkelerindeki faaliyetlerini yasakladıklarını hatırlatalım!İktidarın getirmek istediği bu kanuna karşı bizim ‘özgürlük fedaileri’ âdeta ayaklandılar. Efendim bu kanun insan haklarına aykırıymış, özgürlükler kısıtlanıyormuş! Yâni devlet, yaptıkları muzır yayınlarla millî birliği bozan bu devlet yıkıcılarının faaliyetlerine hiç karışmayacakmış! Hadi ordan! Gidin Amerika’ya, Avrupa’ya bakın bakalım devlet yıkıcılarına böyle özgürlükler tanınıyor mu? Bu özgürlüklerin tanınması devletin intihar etmesinden farksızdır. Bu konuda Gürcistan’ın başına gelenlerden ders almamız gerekir. Gürcistan hükümeti de Etki Ajanlığı konusunda bir kanun çıkarmak istiyor. Fransız kökenli Cumhurbaşkanı bu kanuna karşı! ABD sözcüsü Matthew Miller’e göre bu kanun demokrasiye halel getiriyormuş! Hâlbuki, bu kanunun amacı şu: Fonlarının yüzde 20’sinden fazlasını yabancı bağışçılardan alan sivil toplum kuruluşlarının ve medya kuruluşlarının gelir giderlerinin net bir şekilde açıklanması!Neden Türk Milletine bu kadar düşmanlar? Neden hep yedikleri kaba pisliyorlar? Bu millet bunlara ne yaptı ve niçin Batı’ya bu kadar hayranlar? Söyleyelim: Bunlar dün Osmanlı Devleti’ne hâkim olan devşirmelerin torunları olabilirler. Bilindiği gibi, Fatih’ten itibaren devlet yönetiminde hâkim unsur haline gelen devşirmeler Türkleri sevmezdi. Türklere ‘etrak-ı bî idrak’ yani ‘ahmak Türk’ derlerdi. Düşünününüz ki, Türkler onlarca devlet kurmuşlar ve bu devletleri adaletle yönetmişler. Batılılar gibi sömürgecilik yapmamışlar, fethettikleri ülkelerde yaşayan insanları asla köleleştirmemişler. Fransız tarihçisi Jean Paul Roux “Türklerde devlet kurma geleneği vardır” demektedir. Gerçekten de Türkler hiç devletsiz kalmamışlardır. “Ya devlet başa, ya kuzgun leşe” sözü de Türklerin devlete verdikleri önemi göstermektedir. Türkler Hâkimiyeti Nasıl kaybetti?Osmanlı Sarayı, bir bakıma, içinde sadece Türklüğün bulunmadığı Çerkezçiler, Arnavutçular, Arapçıların etkili olduğu bir koalisyon durumundaydı. Türkler saraydan ve yönetimden tecrit edildikleri için, padişah diğer unsurlar arasında bir denge politikası gütmek zorundaydı. Dolayısıyla, padişah her kesimden bir kadın alıp, haremine koymak zorunda! Fatih döneminin Türk şairlerinden Le’ali’nin başına gelenler, Türklüğe nasıl bakıldığı konusunda ilginç bir örnektir. Le’ali, önceleri kendini Acem, yani Fars kökenli birisi gibi tanıtarak sarayda yükselmiş, ardından, Türk olduğunun anlaşılması üzerine, tekkesi elinden alınmış ve saraydan uzaklaştırılmıştır. Le’ali Osmanlı’daki bu durumu şu mısralarıyla özetlemiştir: “Olmak istersen itibara mahal/Ya Arap’tan yahut Acem’den gel” (Murat Bahadır Akkoyunlu, “Küresel Çeteye infaz”, s. 229). Türklüğün ihmali konusunda Prof. Sümer, bize şu bilgiyi veriyor: “XVI. ve XVII. yüzyıllarda, çoğu Türk aslından olmayan Osmanlı müellifleri, Anadolu Türklerine ve bilhassa köylülere, Etrâk-ı bî-idrak (akılsız Türk) demişlerdir. Fakat, bu müellifler ve bütün Osmanlı idarecileri, Anadolu Türklerinin devletin asıl dayanağını teşkil ettiklerini idrak edememişlerdir. Böylece, Türk cemiyetine zaaf gelince, Osmanlı Devleti de kudretini kaybetti. Osmanlı son asırlara kadar, Anadolu’nun insanını ve servetini görülmemiş bir israfla harcamış fakat ona hiçbir şey vermemiştir. Bu yüzden, Anadolu Türkleri yoksul ve geri kalmış bir cemiyet, Anadolu da harab bir memleket hâline gelmiştir. Anadolu halkı arasında, idarecilere Osmanlı adı veriliyordu. Bu adın verilmesi, mensuplarının saray ve ocaktan yetişmeleri ile, kavmî bakımdan Türk halkından çıkmamaları ile ilgilidir. Anadolu Türkleri, bunlara âdeta yabancı ve istilâcı bir zümrenin mensupları gözü ile bakıyorlardı. Osmanlı sınıfının mensupları, Anadolu halkına, bilhassa köylü ve göçebelere göre, mağrur, haşin, hiylekâr, sözünde durmaz, vefasız ve gayri âdil ve benlikçi insanlardır” (“Prof. Faruk Sümer, Oğuzlar”, s. 15)Faruk Sümer, daha sonra şu tespiti yapmaktadır: “Gerçekten, XIX. yüzyılda Anadolu’yu gezen Avrupalı seyyahlar, Anadolu Türklerinin yoksulluklarına rağmen asil ruhlu, namuslu insanlar olup, kötü idareciler elinde yoksul ve geri kalmış bir duruma düştüklerini yazarlar ki, bunun bir gerçek olduğu şüphesizdir” (Oğuzlar, s. 15).Faruk Sümer, ‘Anadolu’nun en babayiğit gençlerinin, bir daha dönmemek üzere Cezayir, Tunus, Trablus ve Yemen’e gönderildiklerini; Osmanlı’nın, Anadolu’nun insanını ve servetini görülmemiş bir israfla tükettiğini; Edirne ve Manastır’da olmak üzere Rum İli’nde iki, Şam ve Bağdat’ta birer askerî idadî olmasına karşılık, Sivas’tan İzmir’e kadar, koskoca Anadolu bölgesinde bir tek askerî mektep olmadığını; neticede, Türk Milletinin maddeden telâfisi imkânsız kayıplar verdiğini; hattâ belki, manevî hasletlerinden bazılarının zayıfladığını, yani töresinin zaafa uğradığını’ belirtiyor (Oğuzlar, s. 217)../…