Romen tarihçi Jorga’nın belirttiğine göre devşirmelerin etkinliği 18. yüzyılın ortalarına kadar sürecektir. Jorga bu konuda şu tespitleri yapmaktadır: “Türkiye, belki de tarihinde ilk kez, uzun vadeli kültürel değişiklikler sayesinde gerçekten de bir dereceye kadar Türklerin ülkesi hâline gelmiştir. Daha önce de belirtildiği gibi, kendi ana dillerini ve geleneklerini sürdüren ve kanlarında kendi halklarının katışıksız özelliklerini taşıyan yeni muhtedi ve devşirmeler artık yönetimde yer almıyorlardı. Osmanlı Devleti’nin üst düzey yöneticilerinin çoğu 1750 yılı dolaylarında artık az çok ün salmış devşirmelerin oğulları değil, gerçek Türkler idi (Jorga, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, Cilt IV. s. 381). Jorga, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi isimli kitabının sonunda da şu gerçekçi ve çok haklı tespiti yapar: “Bugüne kadar Rumların, Ermenilerin, Yahudilerin ayrıca 16. ve 17. yüzyıllarda yaşayan devşirmelerin haleflerinin hükmündeki İstanbul’da ve Rumeli’nin, Makedonya’nın ve Anadolu’nun köylerinde, beş yüzyıldan beri atalarının cesareti ile kurulan devletin gidişatından tamamen soyutlanmış bir halk yaşamaktadır. Bu halk, Türk halkıdır. Jöntürklerin, misyonlarını yerine getirmek için yapabilecekleri en güzel hizmet, bu gayretli, namuslu, çalışkan ve kanaatkâr, son derece misafirperver, fedakâr ve dindar halkı, tefecilerin ve genelde başka soydan gelen memurların baskısından kurtarmak ve Fransızca kitaplar okumasa, gazete çıkarmasa ve mecliste bir konuşmanın ne anlama geldiğinin bilincinde olmasa da, bu halka tarihi rolünü geri vermektir.” Jorga ittihatçılardan bunu beklemişti fakat ne yazık ki, onlar bu halka Osmanlı’nın çektirdiğinin kat kat fazlasını çektirdiler ve bu halkı yok olmanın eşiğine kadar getirdiler. Dışında kalmamız mümkün olan I. Dünya Harbi’ne ülkemizi sokarak bin yıllık Türk yurtlarının (Halep, Musul, Kerkük) kaybedilmesine, yoksul Anadolu’nun daha da yoksullaşmasına ve 2 milyon evlâdını kaybetmesine sebep oldular. Bu ülkede hâlâ daha İttihatçı ve Enver Paşa hayranlarının var olması, Atatürk’ten sonra nasıl bir akıl tutulması yaşadığımızın da kanıtıdır. Jorga’nın bu beklentisi nihayet Mustafa Kemal Paşa tarafından gerçekleştirildi.Yakup Kadri, “Yaban” adlı romanında, milletin fukaralığının ve geriliğinin temel sebebi olarak gördüğü, Batı ideolojilerinin esiri olmuş, hayâlperest aydınlarımıza şu zehir gibi eleştirileri yöneltir: “Bunun sebebi, Türk aydını gene sensin! Bu viran ülke ve yoksul insan kitlesi için ne yaptın? Anadolu halkının bir ruhu vardı, nüfûz edemedin. Bir kafası vardı; aydınlatamadın. Bir vücudu vardı; besleyemedin. Üstünde yaşadığı bir toprak vardı! İşletemedin. Onu, hayvanî duyguların, cehâletin, yoksulluğun ve kıtlığın elinde bıraktın. O, katı toprakla kuru göğün arasında bir yabanî ot gibi bitti. Şimdi, elinde orak, buraya hasada gelmişsin. Ne ektin ki, ne biçeceksin? Bu ısırganları, bu kuru dikenleri mi? Tabiî ayaklarına batacak. İşte, her yanın yarılmış bir hâlde kanıyor ve sen, acıdan yüzünü buruşturuyorsun. Öfkeden yumruklarını sıkıyorsun. Sana ıstırap veren bu şey, senin kendi eserindir, senin kendi eserin” (Yaban, s. 130).Batı’da doğan ideolojilerle beslenen Türk aydınları, milleti de bu ideolojiler doğrultusunda şekillendirmek işinde başarısız olunca ‘Bu Millet adam olmaz!’ diye kestirip atıyorlardı. Hâlbuki, asıl mesele kendilerindeydi. Fakat, bunu değerlendirecek millî tarih şuûruna sahip değillerdi. Aydınlar milletin değerlerine ve kültürüne bu kadar uzak olunca, millet de, Uydurulmuş Dini ‘Kur’an Dini’ diye Müslümanlara yutturan din istismarcılarının ağlarına kolaylıkla düşüyordu. Aydınlar, Kur’an’daki Toplumculuğu; ilime, adalete, eşitliğe ve paylaşmaya verilen önemi bilselerdi, yabancı ideolojilerin peşine takılarak halktan koparlar mıydı? Biz burada sadece, Kasas suresi 5. ayeti verelim: “Biz ezilenleri önderler kılacağız!”Ne yazık ki, dinimize Fransız olan Türk aydının bakışı dün ne ise bugün de odur. Osman Ulagay’ın şu satırları ‘Avrupa Merkezli’ anlayışın, bugün de aydınlarımız arasında ne kadar yaygın olduğunu göstermektedir: “İlkokuldan sonra yabancı dilde eğitim yapan okullarda okudum. Doğu ve İslâm kültüründen çok Batı kültürünün ve değerler sisteminin etkisi altında kaldım. Batı’nın sanatına, müziğine, edebiyatına, yaşam tarzına yakın oldum. Din faktörü hayatımın hiçbir döneminde belirleyici olmadı. Lâik düzenin yara aldığı bir Türkiye’de nefes almam bile zor” (Ulagay, “AKP Gerçeği ve Lâik Darbe Fiyaskosu”, s. 90)!Ulagay’ın bu kozmopolit fikirleri, Atatürk Dönemi Millî Eğitim siyasetinin, Köy Enstitülerinin ne kadar gerçekçi ve haklı olduğunu kanıtlamaktadır. Doğan Avcıoğlu’na göre, Cumhuriyet, yabancı okullara karşı bir politika izlerken, bunu şu gerekçeyle savunmuştur: “Yabancı okul, gençlik üzerine bir siyasî etki yoludur. Tarihi, yabancı kaynaklara dayanarak, yabancı görüş açısından öğretir. Tek kelimeyle, bu okullar, dersleri ve yetiştirme usulleriyle Türk gençliğini ait olduğu toplumdan uzaklaştırıp başka bir topluma sokan ve onu yabancı bir ülküye doğru götüren kurumlardır…. Yabancı okulların ötekilerden daha az önemli olmayan başka bir zararı, onların ancak yüksek ve zengin aile çocuklarının gittiği kurumlar olmalarıdır. Bir demokrasi için, sınıf eğitiminden daha zararlı bir şey yoktur. Karakter büyük ölçüde bir milliyet sorunudur. Yalnızca millî ortamda biçimini alır… Yabancı okul, ancak yabancı ülkülere göre bir ideal biçimlendirir. Bu karakter ister dinî, ister siyasî biçimde olsun millî Türk ülkülerine zararlıdır” (Avcıoğlu, “Millî Kurtuluş Tarihi”, s. 369). Fakat ne yazık ki, Atatürk’ün anlaşılamaması, ülkenin Atatürk’ten sonra (ki, İnönü devrine tesadüf eder) yeniden emperyalist devletlerin hâkimiyeti altına girmesine, Türk kültürünün yozlaştırılmasına ve Türk Milletinin tarihi rolünü yeniden kaybetmesine sebep olmuştur. Solculuğun, sosyalistliğin, Sağ-Sol kapışmasının bir Batı oyunu olduğunu biz anladık da, hâlâ daha halka hiçbir yararı olmayacak boş hayallerin peşinde koşarak, dış odakların elinde oyuncak olanlar var!Ahmet Hamdi Tanpınar da, 30 Temmuz 1960 tarihli günlüğünde, aydınlarımız hakkında şu hazin tespiti yapmış: “Solcu; gizli, ısrarcı ve cahil! Sağcı, milliyetçi geçinenlerin hepsi cahil ve kupkuru. Ortadakiler darmadağınık!”Bu dağınıklığı ancak okumakla aşarız. Atatürk’ün Nutuk’ta yaptığı önemli uyarıyla noktalayalım: “Milleti boş hayaller peşinde koşturarak zarara uğratmayınız!”