İRAN MİSİLLEME KONUSUNDA YANILMIŞ OLABİLİR Mİ?

İsrail’in 1 Nisan 2024 günü Suriye’nin başkenti Şam’daki İran diplomatik misyonunu hedef alan saldırısı, Ortadoğu’daki çatışmaların boyutunu yeni bir aşamaya taşıdı. Netanyahu ve Siyonist hükümet ortaklarının 7 Ekim’de Gazze’ye başlattıkları saldırıyla yetinmeyip, savaşı bölge geneline yayma yönündeki çabaları karşılık bulmuş görünüyor. Tahran yönetimi, Irak-Lübnan-Suriye üçgenindeki İran yanlısı milis gruplarını sevk ve idare eden Tuğgeneral Muhammed Rıza Zahedi ile yardımcısı Tuğgeneral Muhammed Hadi Hacı Rahimi’nin aralarında bulunduğu Şam’daki kayıplarına yanıt vermeye mecbur kaldı. Tahran’daki karar vericiler, yapılacak misilleme için 2020 yılında yaşanan örneği tekrar etme yoluna gittiler. 3 Ocak 2020 günü, komuta ettiği Kudüs Gücü ile Ortadoğu’daki gelişmelere damgasını vuran İranlı General Kasım Süleymani Bağdat Havalimanı’nda ABD’nin kapsamlı istihbarat çalışması desteklediği dron saldırısıyla öldürülmüştü. Hatta İsrail’in son anda bu operasyondan çekilmesi, dönemin ABD Başkanı Trump’ın, o günlerde de İsrail Başbakanı olan Netanyahu’yu korkaklıkla suçlamasına da yol açmıştı. İran, Süleymani’nin intikamını almak için yalnızca 5 gün sonra harekete geçmiş ve Irak’ta ABD askerlerinin konuşlandırılmış olduğu üslere füze ve roket saldırıları düzenlenmişti. Tarihte örneğine az rastlanacak şekilde gelişen bu misillemede neredeyse taraflar randevulaşmış, vurulacak hedeflerden, atılacak füzelerin sayısına kadar her konuda uzlaşmıştı. Neticede İran misillemesinde ölen olmamış, yalnızca ABD askerlerinin “psikolojik travma” geçirmelerine yol açan yaralanmalar! meydana gelmişti. İran bu defa da işlerin aynı minvalde yürüyeceği kanaatiyle İsrail’e karşı girişeceği misilleme konusunda çeşitli ülkeleri doğrudan ya da dolaylı şekilde bilgilendirdi. Görünüşte kimsenin bir İran misillemesine itirazı yoktu, hatta diplomatik misyonunun vurulması nedeniyle Tahran yönetiminin bir karşılık vermesinin makul bile karşılanabileceği imajı oluştu. 13 Nisan gecesi tarihin en ilginç misilleme saldırısı için silahlar ateşlendi. Yaklaşık 2 bin kilometre mesafeden 170 adet Şahid-136 kamikaze dronu, 45 güdümlü füze ve 110 balistik füze harekete geçti. ABD ve İngiltere savaş uçakları, İsrail savunma sistemlerinin imha ettiği füze ve kamikaze dronlardan fazlasını İsrail hava sahasına ulaşmadan imha etti. Ürdün, Fransa ve Almanya da dron ve füze avına dahil olunca, İran’ın silahlarının yüzde 99’u etkisiz hale getirildi. ABD istihbarat kaynaklarına göre İran’ın 110 balistik füzesinin yarısı ya rampalarından havalanamadı ya da yarı yolda kendi kendilerine düştü. Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan da elektronik istihbarat sistemleriyle bu ava dahil oldu. 19 ve 20’inci yüzyılın jeopolitik mücadelelerini izah etmek için sık başvurulan “Savaş Üzerine” adlı eserin yazarı Prusyalı General Carl von Clausewitz, savaşın devlet politikasının devamı niteliğindeki bir araç olması gerektiğine işaret eder. 13 Nisan’ı takip eden 48 saat boyunca jeopolitik alanında uzman yorumcular, askeri uzmanlar, akademisyenler, İran’ın bu hamlesinin manasını çözmeye çalıştılar. Ortaya çıkan manzaranın Clausewitz’in yaptığı tanımla hiçbir şekilde örtüşmediği kesin. Askeri açıdan sefalet düzeyindeki saldırının, politik olarak herhangi bir hedefi tutturabildiğini söylemek de mümkün değil. Dahası, İsrail’in Gazze’de sürdürdüğü katliamdan dikkatleri kaydırdığı gibi, Netanyahu’nun gücünü konsolide etmesine de yardımcı oldu. Dahası 15 Nisan gecesi itibarıyla, İran’a misilleme yapması için ABD cephesinden gelen “göz yumulacağına” dair mesajların da sahada karşılığının olmadığına dair işaretler zuhur etti. Nitekim İsrail Güvenlik Kabinesi 16 Nisan itibarıyla İran’a mutlaka karşılık verme yönünde karar alırken, bunun yerinin ve zamanının kendileri tarafından belirleneceğini duyurdular. Şimdi sorulması gereken soru “İsrail’in misilleme için hangi hedefi seçeceği?”. İsrail, ABD’nin İran’a yeşil ışık yakmış gibi yaptığı misillemeyi, 20 yıldır peşinde olduğu bir fırsat için kullanabilir. Yani İsrail, Irak’a 1981’de ve Suriye’ye 2007’de yaptığı gibi İran’ın da nükleer enerji projesine saldırma yolunu seçebilir. Şimdi başlıktaki soruya dönerek yakın tarihteki bir vakayı hatırlatayım. Tarih 25 Temmuz 1990, Bağdat’ta dönemin Irak lideri Saddam Hüseyin ile ABD’nin Bağdat Büyükelçisi April Glaspie biraraya gelir. Glaspie, ABD’nin bir Arap ülkesine atadığı ilk kadın diplomat olması hasebiyle de döneminin yıldız diplomatlarındadır. Saddam Hüseyin ile Büyükelçi Glaspie arasındaki görüşmenin gündeminde, Irak’ın Kuveyt’ten talep ettiği petrol geliri tazminatı meselesi yer almaktadır. Büyükelçi Glaspie, bu görüşme sırasında kullandığı ifadeler nedeniyle hala Irak’ın Kuveyt’i işgaline yeşil ışık yakmakla suçlanmakta ve dönemin ABD yönetiminin Glaspie’yi Saddam Hüseyin’e tuzak kurmak için kullandığı iddiaları geçerliliğini korumaktadır. Ancak bu esnada Ronald Reagan ve George Bush ( Baba Bush ) yönetimlerinin, eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’ın ortağı olduğu bir lobi şirketi vasıtasıyla, yaptırımlara rağmen Irak’ın silahlanması için finansman sağladığı gerçeği unutulmuştur. Kimi uzmanlara göre Büyükelçi Glaspie, Beyaz Saray’ın Irak’la iyi geçinmeye yönelik bu politikalarına vakıf olduğu için Irak-Kuveyt anlaşmazlığı konusu konuşulurken, Saddam Hüseyin’e Washington’un Arap ülkeleri arasındaki meselelere karışmayacağı cümlesini kurma ihtiyacı hissetmişti. Nitekim Saddam Hüseyin de aldığı sinyali yanlış yorumlayınca Glaspie ile görüşmesinden 8 gün sonra Irak ordusu Kuveyt’i işgal etti. Araplar arası meselelere karışmaması beklenen ABD ise tarihin en büyük askeri koalisyonunu oluşturup Ortadoğu’ya adım atmak için sağlam bir gerekçe elde etti. O günden bu yana 34 yıldır Ortadoğu Birinci Soğuk Savaş’ın bittiği tüm bu sürede huzur bulamadı. Libya, Irak ve Suriye’de merkezi yönetimler parçalandı. El Kaide başta olmak üzere çeşit çeşit terör örgütü piyasaya sürüldü. Yanlış anlama ya da kasıt sonucu tüm bu süreci tetikleyen Büyükelçi Glaspie’nin henüz 48 yaşında iken büyükelçilik kariyerine son vermiş olması da konunun dikkat çekici bir yönüdür. Glaspie parlak ilerleyen karakterini Bağdat felaketiyle noktaladı. Şimdi tarihten gelen bu derse bakarak insan sormadan edemiyor: İran acaba benzer bir tuzağa çekilmiş olabilir mi?